Kitap Tanıtımı |
Kır gönlünün zincirlerini...
Toplumlarda ölümün dönüşen yüzleri hemen görünür olmuyor. Toplumun değişmesi için belli bir süreç gerekiyor. Bu sürecin başlangıç aşaması kavramların dönüşmesi ile olur. Her ölümden görünür bir şey beklemek süreç açısından sağlıklı değildir. Değişimin kalıcı olması için toplumlarda önce kavramların üzerinde biriken yüklerin atılması gerekir. İnsanı ve özellikle kadınları çevreleyen kavramların halkalarından bir tanesinin kırılması ile topluma dönüşen yüzler gösterilir. Her ölümün dönüşen yüzü olur. Bu yüzler bazen kavramların yüklerinden kurtulmak şeklinde görünür olur. Evet, Avrupada ölümler, insanlığın tekâmülünü sağlayacak Evrensel İnsan Hakları Beyannamesini oluşturmuştur. Yaşadığımız ülkede de kavramların kadınların üzerindeki etkisinden kurtulması için bu kavramların türbülansa sokulması gerekir. Her ölüm bir kavramın türbülansı olarak toprağa karışır. Türbülans sonunda kavramın orijinal hali ortaya çıkar. Eğer kavram türbülans sonucu kayboluyor ise bırakalım kaybolsun. Kutsanmış kavramları bizler de kutsayarak ayaklarımızdaki prangaların halkaları kırılmaz, hatta gönlümüze bir halka daha ekleriz. Önce kavramların değişmesini, daha sonra toplumun değişmesini beklemek gerekir. Her değişim önce kavramların değişimiyle başlar. Avrupa geçmişte özgürlük kavramını keşfeder ve daha sonra değişim toplumun her kesimi tarafından kabul edildiğinde de gerçekleşir. Ölümün dönüşen yüzleri kavramların dönüşüne sebep olur. İşte bu, kutsanmış kavramların aslında orijinal olmadığını göstermek içindir. Somut bir değişim göstererek Pollyannacılık yapmak ve üzerinden kazanım sağlamak sadece kadınları bulundukları konuma hapsetmektir. Artık herkes bu sese kulak vermelidir. Her bıçak darbesi bir kavramın sonu olur. Sevgi, anne, sadakat, samimiyet ve aşk, hepsinin kutsanmış kavramlar olduğunun gösterilmesi gerekir. Her ölüm bir son gibi görünse de toprağa düşen her beden bir kavramın sorgulanması demektir. Kavramı sorgulamak yerine farklı gerekçelere sığınarak açıklama yapmak sadece kadınların konumlarını sabitler. Bu ölen kadınların bedeni olurken yüzleri ise kavramların orijinal hali olur. Gönüllerin, yüzleri görecek zinciri yoktur. Kutsanmış kavramlar ile hayata bakanlar sadece insanı etiketler ve geleneğe teslim olur. Artık bu sese kulak vermenin zamanıdır. Her ses pranganın bir halkasının kırılmasıdır. Bu ses özgünlüğün sesidir. Bu ses birilerinin sınırlarını belirlediği özgürlüğün sesi değil, bu tamamen sınırlarını kendi çizdiği özgünlüğün sesidir. Ölümün dönüşen yüzünü kadınların yaşamında aramak yerine kavramlara bakmak gerekir. |