Kitap Tanıtımı |
Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü'nde 02 Haziran 2010 tarihinde doktora tezi olarak savunulan bu çalışma, ikinci basıda bu niteliğine saygı gösterilerek güncellenmeye çalışılmıştır. Bu anlamda tezin kabul edilen şekline uygun olarak esaslı değişiklikler yapılmaksızın, sadece iki bası arasındaki zaman zarfında konuyla ilgili yapılan yasal değişiklikler, yeni bilimsel çalışmalar ve yargı kararları gözden geçirilerek eserde değerlendirilmiştir.
İlk basıdan bugüne, uygulamanın TCK 23. maddeye yüklediği anlam ve vardığı sonuçlar genel olarak değerlendirildiğinde, kanuni değişikle amaçlanan şekilde (aşağıda incelenen bazı yerinde kararlar dışında) objektif sorumluluğun önüne geçilemediği söylenebilir. Her ne kadar -kalp krizi vakıaları- olarak adlandırılabilecek olay türlerinde bir neticesi sebebiyle ağırlaşmış suç değil taksirle öldürme suçu tartışma konusu olsa da Yargıtay'ın genel tavrı eleştiriye açıktır. Bunun kanımızca iki nedeni vardır; öncelikle Yargıtay özellikle maktulün kavga sırasında veya sonrasında kalp krizi geçirerek öldüğü olaylarda, taksirle öldürme suçu bakımından nedensellik bağını tespit etmekle yetinip objektif isnadiyet (beşeri nedensellik) teorisinin cezai sorumluluğu sınırlandıran kriterlerini uygulamamaktadır. Halbuki yasal düzenlemenin kaynağı olan Alman Ceza Hukukunda baskın görüş ve Alman Federal Mahkemesi bu teoriyle (doğrudan nedensellik bağlantısı) özellikle hükmedebilirlik kriteri ve riskin yükseltilmesi yaklaşımı ile cezai sorumluluğun gereksiz yere genişlemesinin önüne geçmektedirler. İlgili hukuk kültürünün uygulama ve doktrinindeki birikim dikkate alınmaksızın başka bir ceza kanunundan hüküm ithal etmek, tek başına yasal düzenlemeden beklenen amaca hizmet etmez. Belki de en azından taksirle hareket etme koşulundan daha önemli olan nokta, bu kriterlerin somut olaya doğru şekilde uygulanmasıdır. İkinci olarak ise sübjektif isnadiyetin koşulu olarak özel neticenin fail için öngörebilir olup olmadığı incelenmeksizin öngörülebilirliğin sadece maktulün hastalığının fail tarafından bilinip bilinmemesine indirgenmesidir. -En azından taksirle hareket etme- ifadesi de uygulamayı aynı eylem bütünü içinde hem kast hem de taksir sorgulaması yapmaya zorlayarak, maddenin işlevinin zayıflamasına neden olmaktadır. Bunun için taksir ifadesi yerine neticenin öngörülebilirliğine vurgu yapılması, objektif sorumluluğun önüne geçmekte daha işlevsel olacak ve teorik olarak suç genel teorisine de uygun olacaktır. Bu husustaki değerlendirmeler için çalışmanın özellikle -Maddenin Lafzî Yorumu ve Özellikle -en azından taksirle hareket etme ifadesi- ve -Mağdurun Özel Durumunun Neticeye Neden Olması- başlıkları altındaki açıklamalarına bakılmalıdır. Bu eleştirilerin yanı sıra 2012 yılı sonrasında Yargıtay'ın doğrudan nedensellik kavramına , objektif isnadiyete atıf yapan , nedensellik bağlantısının ve hastalığın bilinmesinin tek başına yeterli olmacayacağı yönündeki kararları olumlu gelişmeler olarak sayılabilir.
Ayrıca aradan geçen beş yıllık zaman zarfında ceza hukukuna dair pozitif hukuktaki -değişim dalgaları- neticesi sebebiyle ağırlaşmış suçları da etkilemiştir. Bu değişikliklerden kısaca söz etmek gerekirse, göçmen kaçakçılığı suçunda suçun mağdurların hayatı bakımından bir tehlike oluşturması suçun neticesi sebebiyle ağırlaşmış şekli olarak düzenlenmiştir (TCK m. 79/2); cinsel saldırı ve çocuğun cinsel istismarı suçlarında suç sonucunda mağdurun beden veya ruh sağlığının bozulması, suçun neticesi sebebiyle ağırlaşmış şekli olmaktan çıkarılmış ve cinsel saldırı suçunda cinsel saldırı için başvurulan cebir ve şiddetin kasten yaralama suçunun ağır neticelerine neden olması hali bir neticesi sebebiyle ağırlaşmış suç şekli olarak düzenlemiştir (TCK m. 102/4). Hırsızlık ve mala zarar verme suçlarında, bu suçların işlenmesi sonucunda haberleşme, enerji ya da demiryolu veya havayolu ulaşımı alanında kamu hizmetinin geçici de olsa aksaması hâli bir neticesi sebebiyle ağırlaşmış suç şekli olarak düzenlenmiştir (TCK m. 142/5; m. 152/3). Bu değişiklikler genel hatlarıyla aşağıda ilk bölümde değerlendirilmiş ve yerindelikleri sorgulanmıştır. Ancak bu değişikliklere rağmen hala neticesi sebebiyle ağırlaşmış suçların son tahlilde birer kasıtlı suç tipi olduklarına ilişkin genel hüküm değişikliği yapılmamış olması eleştirilebilir.
Aslında ilk basının önsözünde bilgi verilmesi gerekirken ihmal ettiğimiz bir husus, kitabın karşılaştırmalı hukuk inceleme yöntemini izah etmektir. Kitabın yazımında ağırlıklı olarak Alman ve Türk doktrini, yargı kararları ayrı başlıklar altında incelenmek yerine birlikte değerlendirilmiştir. Bunun nedeni çalışmanın konusunu teşkil eden TCK m. 23'ün hemen hemen aynı şekilde Al. CK. 18'den alınmış olmasıdır. Ceza hukuku kültürümüze yabancı olan bir formülasyon içeren m. 23'ü kaynağı olan Alman hukuk kültürünü inceleyerek anlamlandırmaya çalıştık. Bunun yanında İtalya, İspanya, Fransa, İsviçre, Avusturya ve Rusya CK. 'ları hakkında kısaca bilgi verilmeye çalışılmıştır. |