Kitap Tanıtımı |
Bu çalışmanın temelini, Türkiye Barolar Birliğinin -Yargılama Diyalektiği ve Silahların Eşitliği- temalı 2009 Yılı Faruk Erem Ödülü yarışması için hazırlamış olduğum metin oluşturmaktadır. 2008 yılında başka bir konuda bu ödülü almama karşın, 2009 yılında alamadım. Daha doğrusu, 2009 yılında hiç bir eser bu ödülü alamamıştır.
Türkiye Barolar Birliğinin 2009 yılı bakımından vermiş olduğu bu kararı isabetli bulamadım. Çünkü, yaklaşık 2 aylık bir sürede hazırlanması istenen metin için 1 Ağustos 2009-1 Ekim 2009 tarihleri arasında Türkiye koşullarında yapılabilecek en iyi araştırmayı yaparak bu metni hazırladım ve Türkiye de daha cenin aşamasında bulunan muhakemede diyalektik ve silahların eşitliği konusunda oldukça yoğun araştırmalar yaptım. Birliğin 2009 yılı bakımından vermiş olduğu karar, bende derin bir hayal kırıklığı yaratmıştır. Bunun iki nedeni bulunmaktadır. Bunlardan ilki, Ankara Hukuk Fakültesinin kurucu veya öncül hocalarına karşı derin sempati duymamdır. Gerçekten de, Ankara Hukuk Fakültesinin kurulduğu 1925 li yıllarda Ankara nın durumu oldukça berbatmış. Daha somut bir deyişle, şimdiki Yenişehir ile Gençlik Parkı arası bataklıkmış ve bataklıktaki kara sineklerin soktuğu kişiler sıtma olurlarmış. Sıtma hastalığı da kimi zaman ölüme yol açarmış. Bu riske rağmen bu hocalar çekinmeden Ankara ya gelmiş ve Cumhuriyetin o ilk yıllarının devrimci coşkusuyla öğrencileri yetiştirmek için cansiperane bir şekilde çalışmışlardır. Örneğin, Ankara Hukuku Fakültesinin kurucu hocalarından ve Faruk EREM in de hocası olan Baha KANTAR, İstanbul daki güzel yaşamını bırakarak tahta bir valizle 1926 yılında Ankara ya gelmiş ve 28 yıl fakültede öğrenci yetiştirmiştir. Yine, Faruk EREM, Ankara Hukuk Fakültesini bitirdikten sonra Belçika da doktorasını yapmış ve 1940 lı yıllardan itibaren binlerce öğrenci yetiştirmiştir. Bu hocalar, günümüzdeki öğretim üyelerinin bir kısmının sahip olduğu kapitalist zihniyete sahip olsalardı, Ankara nın o zamanki berbat koşullarından dolayı Ankara ya hiç gelmezler, üstelik dışarıda çok büyük paralar kazanarak lüks bir yaşam sürebilirlerdi. Ankara Hukuk Fakültesinin bu ilk hocalarına karşı büyük sevgi ve saygımdan dolayı da Faruk Erem Ödülü Yarışmasına katılırken 2008 yılında -Mazhar Nedim -Göknil--, 2009 yılında ise -Süheyp Nizami -Derbil-- rumuzlarını kullandım. Bu bağlamda, Ankara Hukuk Fakültesinin öncül hocalarından birisi olan, çok kıymetli insan ve büyük hukukçu Faruk EREM in anısı için konulan ödülü alamamanın benim için büyük bir kırgınlık teşkil oluşturacağı ortadadır. İkinci olarak, ben, yoğun ve öncü araştırmalarımla bu ödülü üç yıl arka arkaya kazanmayı planlamış ve üç yılın sonunda da yarışmayı gençlere bırakarak çekilmeyi düşünmüştüm. Bu hayalimin gerçekleşmemesi yüzünden bundan sonra araştırmaya dayalı hiç bir yarışmaya katılmama kararını aldım. Çünkü, yoğun ve derin araştırmalarımın sonucunda ödül alamadığım durumlarda yaşadığım hayal kırıklığından dolayı manevi bütünlüğümün zarar görebileceği kanısına vardım. Ancak, muhakemede diyalektik ve silahların eşitliğinin kavranmasının hukukçu olabilmek için temel teşkil ettiğini de düşünerek Barolar Birliğine verdiğim yarışma metninde kısmi bir takım değişiklikler yaparak çalışmanın bir kitap şeklinde yayımlanmasının uygun olacağını düşündüm. Ayrıca, okuyucularım bu kitaba ilgi gösterirse söz konusu ilginin benim için alınabilecek en büyük ödül olduğunu da düşündüm.
Türkiye Barolar Birliğinin 2009 yılı için saptamış olduğu konuyu isabetli bulmama karşın, yarışmanın ismini isabetsiz buldum. Gerçekten de, yarışmanın isminde -yargılama- kavramına yer verilmektedir ki ben gerek bu kitapta gerekse yarışma için verdiğim metinde söz konusu ismin yerine hep -muhakeme- kavramını kullandım. Çünkü -yargılama- yargıçların yaptığı işi, kısacası, onların görevlerini anlatır. Halbuki -muhakeme- sav, savunma ve yargılamadan oluşan kolektif görevin ismidir. Yine -yargılama- kavramı soruşturma ve kovuşturma evrelerinden oluşan ceza muhakemesinde -kovuşturma-, tahkikat ve yargılama evrelerinden oluşan hukuk muhakemesinde ise -yargılama- aşamasını çağrıştırır. Bu bağlamda yalnızca yargılama aşamasında gerçekleşecek bir diyalektik ve silahların eşitliği olgusu eksik kalacağı gibi pek anlamlı da olmayacaktır. Bu yüzden, gerek ceza muhakemesinde, gerekse hukuk muhakemesinde diyalektik ve silahların eşitliği ilkelerine tam bir uyum sağlayabilmek için söz konusu muhakemelerin tüm evrelerinde bahsedilen ilkelere uyum sağlanması gerekmektedir.
Yukarıda -diyalektik- kavramının Türkiye de pek bilinmediğini ifade ettim. Bu durum vahim bir hata teşkil etmektedir. Çünkü, diyalektik, olaylara bütüncül bir açıdan yaklaşmayı ve onların derinlemesine kavranmasına hizmet eder ve ayrıca tüm bilim dallarında da geçerlidir. İşte, diyalektik kavranamadığı veya içselleştirilemediği için ülkemizde çok az sayıda, belki de bir elin parmaklarını geçmeyecek ölçüde iyi hukukçu, matematikçi ve doktor gibi meslek mensubu bulunmaktadır. Bu bağlamda, diyalektiği kavrayamayan veya içselleştiremeyen bir kişinin iyi bir hukukçu olması oldukça güç, hatta, olanaksızdır. Bu yüzden, hukuk fakültelerinin -hukuk felsefesi- hocalarına bir çağrıda bulunmak istiyorum: Lütfen, -Hirş in Ankara Hukuk Fakültesinde yaptığı gibi hukuk felsefesini diploma dersi haline getiriniz-. Hukuk felsefesini bilmeyen bir kişi, hukukçu değil, hukuk fakültesi mezunu, kısacası, hukuklu olur ve en fazla iyi bir mevzuatçı olabilir. Nitekim, hukuk fakültesi mezunlarının önemli bir kısmı hukuk felsefesini iyi bilmediğinden dolayı örneğin maliye veya iktisat bölümünü bitirmiş bazı kişiler fütursuz bir şekilde kendilerinin daha iyi hukukçu! olduğunu söyleyebilmektedir. Çünkü, hukuk fakültesini bitirmiş çoğu kişi hukuk felsefesini bilmediği için hukuku adeta mevzuata indirgemekte ve bunu gören hukuk fakültesi mezunu olmayan kişi de mevzuata daha iyi hakim olduğunu, dolayısıyla, iyi bir hukukçu! olduğunu söyleme cüretini gösterebilmektedir. Eğer hukuk fakültesi mezunu, hukuk felsefesini ve bu bağlamda diyalektiği bilebilseydi diğer bölüm mezunları böyle bir şey söyleme cüretini gösteremeyeceklerdi... |