Kitap Tanıtımı |
"Mızıkalı Yürüyüş ve Kara Tren´de otobiyografi biçiminin kendi türsel gereklerine de uyulmamıştır. Başlangıç değil, çoğu belirsiz olan başlangıçlar vardır: Notların başlangıcı, yazımın başlangıcı, anlatıcının yaşamının karanlık bırakılmış başlangıçları... Süren değil, parçaları olan bir yaşam vardır sanki ortada. Ama kendi yaşamını otobiyografi biçimine sahip bir kurmaca olarak mı sunuyordur Bener, yoksa otobiyografiyi andıran bir kurmaca mı yazıyordur?"
- Orhan Koçak -
Tadımlık:
Lamelif Sokağı'na gidiyorum, yeğenimin yanına. Terminale indiğimde ona nasıl telefon edebileceğimi düşündüm durdum yol boyunca. Jetonum yok. Olsa da telefon kulübesi kim bilir nerede? Hem ben jetonu önce mi, almacı kaldırdıktan sonra mı kutudaki deliğine yerleştireceğim? Oluklu yüzünü mü, düz yüzünü mü? Arkamda sıra bekleyen varsa büsbütün şaşırırım. Jetonu yutup ses vermeyen kulübe telefonlarından nefret ederim. Çoğu bozuktur zaten. Yumrukla dur artık aşağıya düşsün diye jeton. Şehiriçi, şehirlerarası kulübe telefonları ayrıdır sahi. Canım terminalde telefon olmaz mı? İyi de, bakalım izin verecekler mi telefon etmeme? Ettirdiler diyelim, bakarsın yoktur evde çocuk. Çocuk diyorum, otuz beşinde, koskoca adam. Saçma korkum, ama korkularım dur durak bilmez hale geldi, en basit olumsuzluk belirtisi, olasılığı, oluşumu yüreğimi daraltmaya yetiyor. Otobüs devrilse de bitse işkence. Oysa ölüm gelmeyebilir, kolum bacağım kopabilir, tekerlekli iskemleye mıhlanabilirim. Örneğin kıçımı kim temizleyecek? Öbür suçsuz yolcular umurumda değil. Ne bağışlanmaz acımasızlık. Salt kendime dönüğüm. Böyle miydim ben? Yetmiş bir yaşımı sürdürüyorum, o yüzden olsa gerek. İki yıla yaklaştı işime son verileli. İlk aylar girişimlerimden sonuç alabileceğim umuduyla pek sıkılmadım galiba. Sonra? Tüm umutlar yıkıldığından beri hiçbir işe yaramadığım, yaramayacağım saplantısı bir yana, ölüm beklentisi çıkmazına saplandım. Aklım başımda sözde. Kesinlikle buluşamayacağımız bir kavram, olgu ölüm. Yazan, okuyan adamsın, iyi kötü emekli aylığın da var. Bütün gün yazılacak, okunacak. Göz tansiyonum gitgide azıyor. Taş çatlasa iki saat dayanıyorum. İşim varken saat altıda fırlıyordum yataktan. Şimdi, saat onu bulayım hiç değilse deyip, debeleniyorum yatağımda. Kalk giyin, gazete al, yürü biraz. Nereye? Dal, çık sokaklara amaçsız. Kulaklarımı hırpalayan korna, fren sesleri. Öfkelen çalım atıp geçen, koşuşturan insanlara. Tek uğrayabileceğim yer Işık Eczanesi. Bülent Işık. Genç adam kapıdan karşılar. Ne ki bıkacak bir gün ihtiyarın yinelemekten kaçınamayacağı anılarından. Haldun Taner'in Fazilet Eczanesi'nden sözettim ona, Eczanenin Akşam Müşterileri adlı öyküsünden oyunlaştırdığı. Gülümsedi. |