Kitap Tanıtımı |
Bir yazar düşünün ki, 100 tarihî öyküyü seçip araştırarak ak üstüne kara yazıya döktüklerini derlediği kitabının önsözüne de bir tarihî olayı hikâye ederek başlamış olsun. Dahası, bu önsözünde tarih yapanların gerçeğiyle tarih yazanların, gerçeği eğip bükmeleri arasındaki yaman çelişkiyi birazcık da dervişane bir üslupla gözler önüne seriyor olsun. Moris Levi kitabına aldığı bu öykülerinde; kimi zaman aylarca süren bir savaşın sadece birkaç saate sığabilen bir bölümüne spot ışıkları tutuyor, kimi zaman upuzun bir bilimsel ya da siyasal yaşamın birkaç dakikalık bir bölümünü mercek altına alıyor, kimi zaman bir keşfin, bir icadın arka planındaki zorunluluğu ya da rastlantıyı cımbızlıyor, kimi zaman da taşı gediğine koyan diyaloglarla okurun beyninde tsunamiler üretiyor. Bütün bunları yaparken de o kupkuru tarihî olayları ele aldığında öylesine imbikleyip damıtıyor ki, yazıya döktüğünde öyküler saflaşmıyor, aksine yeni bir tat, yeni bir renk, yeni bir tını, yeni bir koku kazanıyor ve böylece tanıdık kişiler, bildik olaylar adeta yepyeni kimliklerle karşımıza çıkar oluyor. Dahası konu tarih olduğunda “olmuşun değiştirilemezliği ile olmamışın bilinemezliği” temel kuralı bir anda sanki gözlerden silikleşir gibi oluyor ve okur; öykü şöyle veya böyle bir başka şekilde sonuçlansaydı biz bugün tarihi nasıl anımsardık düşüncesinin labirentleri arasında dolaşmaya başlıyor. Kitabın sonuna gelindiğinde okunması kolay bir tertiple adeta bir saç örgüsü gibi dizilen birbirinden bağımsız öyküler bu sefer somutlaşan bir biçimde bütünlüğe ulaşıyor ve kendilerini okurun hayal hanesinde mayalanmaya bırakıyor. Yusuf Altıntaş (Tanıtım Bülteninden) ) |