Kitap Tanıtımı |
Bu eser, başından beri ele aldığımız bölünme, ayrışma ve manipülasyonlara neden olan ve bundan sonra da etkinliğini sürdürmesi mümkün görünen, önce zihnimizde oluşup daha sonra hayat pratiğine dönüştürdüğümüz kolektif kimlik ve temsillerin sosyolojik, psikolojik, siyasi, kültürel bir çözümlemesini okuyucusuyla buluşturmayı hedeflemektedir. Elinizdeki kitap, artık hayatımızın her safhasını, nerdeyse tüm toplumları ve bir bütün olarak dünyanın geleceğini ilgilendiren bu paradigmal önyargılardan kurtulmanın, hayata daha geniş bir perspektiften bakabilmenin, bizi devekuşu misali kendi içimize hapseden ve yaşantımızı, düşünce dünyamızı, ufkumuzu ve ilişkilerimizi fakirleştiren yapay sınırları ve kategorik ayrışmaları bir yana bırakarak hayatın özünü ve esasını yakalayabilmenin mümkün olduğunu göstermektedir. Elbette bu konuda yazılmış ve literatürde saygın yer edinmiş pek çok eser mevcuttur. Ancak bu çalışmanın diğerlerinden farkı, konunun özüne inerek ve insan beyninin kıvrımlarına nüfuz ederek insan gerçeğinin kognitif, bilişsel ve duyuşsal boyutlarıyla bütünleşen insan davranışının mantıksal ve deneysel eylem analiziyle, insanın niçin kolektif temsil ve semboller üzerinden dünyayı algıladığını irdelemesi, bu algılamanın insan davranışına yansıyarak dış dünyaya yansıması, bu yansımanın yarattığı rasynellik-irrasyonellik, dışlayıcılık-kuşatıcılık, reformizm-muhafazakarlık, eskilik-yenilik gibi olguları güncel örnek vakalarla psikolojik ve sosyolojik boyutlarıyla çözümlemesi, bu çözümlemenin bir yandan güncel ulusal ve uluslarası politikalarda ve kültürler arası yüzleşmelerde yarattığı tesirleri gözler önüne sererken, öte yandan, ilginç bir biçimde ve tarihte ilk defa olmak üzere, ekonomik işletmeler düzeyinde ve örgüt kültürü ve felsefesi bağlamında, özel kurumlar ve kamu kurumları açısından mikro ve mezo düzeyde analizler yapması ve bu problemlerin çözümünün ne denli zor olduğunun bilinci ve farkındalığı çerçevesinde sunduğu uzun erimli çözüm stratejileridir.
Tüm bunları yapabilmek için uzun bir tarih yolculuğu yaparak insanlığın başlangıç noktasına giden yazar, insanın doğuşuna ve hatta doğumdan önce tecrübe ettiği evrelere kadar inmekte, problemin kökensel süreç analizini yapmaktadır. Bu süreç analizini yaparken kendi geliştirdiği metotların yanı sıra, yazarın asıl hareket noktası, Platonun Mağara İstiaresi ya da daha bilinen adıyla Mağara Alegorisi olmuştur. Aynı zamanda Platonun Devlet isimli eserinin bir bölümünü oluşturan bu istiare (alegori) kısaca şöyle özetlenebilir: Bazı insanlar karanlık bir mağarada, doğdukları günden beri mağaranın kapısına arkaları dönük olarak oturmaya mahkumdurlar. Başlarını da arkaya çeviremeyen bu insanlar, mağaranın kapısından içeri giren ışığın aydınlattığı karşı duvarda, kapının önünden geçen başka insanların ve taşıdıkları şeylerin gölgelerini izlemektedirler. İçlerinden biri kurtulur ve dışarı çıkıp gölgelerin asıl kaynağını görür ve tekrar içeri girip gördüklerini anlatmaya başlar ama içerdekileri, duvarda gördüklerinin zâhiri olduğuna ve gerçeğin mağaranın dışında cereyan etmekte olduğuna inandırması imkansızdır. |