Kitap Tanıtımı |
Aslında bir Arap çöl efsanesi olan Leylâ ve Mecnun hikâyesi, Arap edebiyatında bedevi geleneklerini yansıtan derinlikli bir gelişme çizgisi izler. Bu acılı aşk serüveni, Arap edebiyatından daha çok İran ve Türk edebiyatlarında hayat bulmuş, en güzel ve en görkemli meyvesini Osmanlı şairi Fuzulî'nin kaleminden vermiştir. Türk edebiyatının önde gelen eserlerinden biri olan Fuzûlî'nin Leylâ ve Mecnun'u, üslûp ve ifade güzelliği, bir çöl menkıbesini tasavvufun duyguları coşturan ve insan ruhunu kanatlandıran açılımlarıyla yoğurup bir lirizm çağlayanı haline getirmiştir. İnsani özü korumasındaki başarısı, insanı gerçekten etkileyen içtenliği ve yazıldığı dönemin birçok sosyal, kültürel, estetik, dini ve tasavvufi bilgi özelliklerini yansıtarak dünya edebiyatlarının şaheserleri arasında anılır. Yüzlerce yazma ve basma nüshası bulunan bu hikâye yüzyıllar boyunca hep okunmuş ve çoğaltılmış. Eser günümüzde de birçok kez basılmıştır. Son kez İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Muhammet Nur Doğan, Leylâ ve Mecnun'u yeniden okudu ve özgün metni şiirli bir dille günümüz Türkçesine çevirdi; çok sayıda açıklayıcı ve bilgilendirici not ve yirmi iki minyatür ekiyle yayına hazırladı. Yüzyıllardır aynı heyecan ve coşkuyla anlatılan bu efsaneyi günümüzde yeniden Fuzulî'nin eksiksiz metniyle okumak, başka bir dil tadını da beraberinde getiriyor.
Tadımlık
Leylâ Dilinden Murabba
Rüsvalık eliyle pare pare oldu, yakam da, eteğim de;
Beni rüsvalığımda dost da ayıpladı, düşman da;
Aşk yolunda belâya tutsak oldu; canım da, hem tenim de...
Bu yetmez mi ki, bir dert katarsın derdime sen de?
Eğer kaderimi ellerden saklasam; sabrım kararım yok;
Ve eğer gamlarımı döksem; bir dert ortağım yok;
Zindan ve bağ tutsağıyım; elimde iradem yok...
Bu yetmez mi ki, bir dert katarsın derdime sen de?
Soluk çehrem, kanlı gözyaşlarımla kızarmış;
Dertli canım, ayrılık ateşiyle yanmış;
Kötü huylu feleğin cefasıyla derdim bine varmış...
Bu yetmez mi ki, bir dert katarsın derdime sen de?
Kâh vuslat hevesiyle, kâh ayrılık belâsıyla ağlarım;
Ben de bilmiyorum; nedir derdim, ben neden hastayım?
Aşkın gamıyla, binlerce dermansız derde tutsağım...
Bu yetmez mi ki, bir dert katarsın derdime sen de?
Belâ ve aşk derdine alıştım, senden ayrı kalalı;
Her dem bana zulmetmedeler; dert ayrı, belâ ayrı...
Belâya, derde düşmüşüm; günlerim böyle, halim bu...
Bu yetmez mi ki, bir dert katarsın derdime sen de?
Aşk tabibine çok açtımsa da gizli gamlarımı;
Ben hastaya hiç bulunmadı bir sıhhat imkânı;
Ezelden, öyle bin derdim var ki, yok asla dermanı...
Bu yetmez mi ki, bir dert katarsın derdime sen de?
Ey Fuzulî, hem beni ayıplayıp, bağrımı eylersin kan;
Acep bilmez misin ki, kolay değil vazgeçmek aşktan?
Biliyorsun, öyle bir derde düşmüşüm ki, yok ona derman...
Bu yetmez mi ki, bir dert katarsın derdime sen de? |