Ledün Risalesi
ISBN 9786055455354
Yayınevi Semerkand Yayınları
Yazarlar İmam-ı Gazali (author)
Kitap Tanıtımı Sevgili Okuyucularımız! Önsöz niyetine kaleme alınan ve sizin dikkatinize sunulan bu yazı, etraflıca düşünüldüğü ve uzunca yazılması tasarlandığı halde buna muvaffak olunamamıştır. Hem içinde bulunduğumuz zaman ve zeminin, hem de hâlet-i ruhiyemizin bu türden meseleleri (ilm-i ledün, tevhid vb.) ifade etmeye müsait olmayışı bir sebep olarak gösterilebilir. Bununla birlikte bu kadar önemli ve yanlış anlaşılması (ya da hiç anlaşılmaması) sebebiyle kimi zaman istismara mâruz kalan bu önemli konulara dair hiçbir şey yazmamak bizim için doğru olmazdı. Kısaca söylemek gerekirse, üzerinde bir süredir düşünme ve notlar alma ihtiyacı duyduğumuz bir konuda şahsî kanaatlerimizin bir kısmını yine de sizinle paylaşmadan edemedik. Belki bizim başaramadığımızı siz başarırsınız, bizde uyanmayan hakikatler sizde uyanır diye, elinizdeki kitabın konularının ruhuna dair birkaç hususu kısaca, birer anekdot şeklinde sunuyoruz. *** Özel anlamıyla değil de genel anlamıyla "ledün ilmi hayatımızın her safhasında ve her anında hal, harekât, düşünüş vb. gibi bütün insanî durumlarımızı içine almaktadır. Hava, ışık veya su gibi aslında her yere, her şeye sirayet etmiş durumdadır. Çünkü "âlem-i şehâdette her şey "âlem-i gayb ile irtibatlıdır ve âlem-i şehâdet, âlem-i gayb tarafından (her şeyle her şeyde) çepeçevre kuşatılmıştır. İnsan içinde bulunduğu sebepler âleminde, bazı vesile ve vasıtalar ile çeşitli ilimlerden bir derece elde edebilir. Bu ilimler, kulun talep derecesine ve tercihine göre farklı olur; ama sonuçta bütün elde edilenlerin "mârifet (Allah'ı eşyanın şehâdetiyle tanıma), "hakikat, "nur ve "hikmet haline dönüşüp insanda kalbî ve ruhî bir "uyanışa vesile oluşu ancak ikinci bir muamele ile mümkün olmaktadır. Bu da akıldan kalbe bir köprü atıp bütün bilgi, doküman, mâlûmat ve verileri eritmek, şeffaflaştırmak, yakmak... Ve böylece hikmet ve mârifet nimetine mazhar kılınmaktır. İşte ilm-i bâtın, ilm-i gayb, ilm-i ledün şeklinde tabir edilen hakikati -kanaatimizce- bu meyanda düşünmek daha isabetli olacaktır. *** İlm-i ledün denilen bu gizli ilmi, sırlı hakikati akılla kavrayamamak aslında "kesb-vehb meselesini anlayamamak ve ikisini birbirinden tamamen ayırmakla ilgilidir. Kesb, kulun kazancıdır; vehb ise, yüce Allahın ihsanıdır. Aslında her "kesb aynı zamanda "vehbdir. Her şey sebepler dairesinden bakıldığında "kesb, ama itikad ve kudret dairesinden bakıldığında "vehbdir. Her şey bize sonsuz ikram ve ihsan sahibi yüce yaratıcı tarafından verilmektedir. Kesbin içinde vehbi görememek, ilmin, sebep-sonuç zinciri içinde kalınarak, sadece sınırlı şartlar içinde elde edilen bir bilgi ve kültür yığınından ibaret olduğu düşüncesini uyandırır ki, bu, yanlıştır. Bu anlayış, insanın mahiyetinin ne kadar geniş ve engin olduğunu anlayamayıp insanı sadece bir "akıl varlığı olarak görmekten kaynaklanmaktadır. Zaten aklı kalpten kopuk bir vaziyette kendi başına ve kendine ait olarak düşünmek de başlı başına bir fecaat arzetmektedir. Halbuki insan kalp, ruh, akıl, hayal, sır vb. gibi ve daha pek çok mânevî âza ve latife denilen ince, hassas cevher ve hislerden mürekkeb bir mahlûktur. Buna göre ilm-i ledün; yüce Allah tarafından ruha ilka edilen bir nurdur, kalbe atılan özel bir ilimdir, sırra emanet edilen ilâhî bir emanettir diyebiliriz. İlm-i ledün için kula verilen cüz'î iradenin sarfedilmesi, belli sebeplere yapışılması, onu almaya bir derece hazırlık yapılması lazımdır; ancak işin aslı kulun kesbi değil, yüce Allahın tercihi ve ihsanıdır. Çünkü o, herkese verilmez. *** Pratik hayatımızdaki iş, faaliyet ve düşüncelerimizi hep alıştığımız bir sebep-sonuç zinciri içinde ve maddî şartlarda değerlendiriyor, olaylara ve kâinata tek gözle bakıyor; biz biliyor, biz yapıyor, biz çalışıyor, biz kazanıyoruz zannederek ciddi bir hataya düşüyoruz. Sadece kendi ürettiklerimizi dikkate alıp, bunun dışında "ilm-i iman, "ilm-i tevhîd, "mârifet, "muhabbet, "ilham, "ferâset gibi mânevî ilimlerin olabileceğini hiç mi hiç düşünmüyoruz. Önce pratik hayatımız ve içinde müşahede edilenler (cüz'iyyat) Allah'tan koparılıp (hâşâ!) sebeplere isnat ediliyor. Bunun dolaylı bir tezahürü olarak da ilmi sadece fıkıh, tefsir, kelâm, fizik, kimya, biyoloji kitaplarında yazılanlardan ibaret sayabiliyoruz. Halbuki gerçek ilim, insan ruhunun eşyanın hakikatlerini bilmesidir. Hakiki ilim eşyanın mülkünü değil, melekûtunu bilmektir. *** İmam Gazâlî (rah), risâlesinin daha ilk cümlelerinde aslında ilm-i ledünnün (dolayısıyla iman, yakîn ve tevhid ilminin) elde edilme şekline ve gerekli şartlarına şu sözleriyle dikkat çeker: "Hamd, seçilmiş kullarının kalplerini velâyet nuruyla süsleyen, onların nefislerini en güzel ilâhî yardımlarıyla terbiye eden, irfan sahibi âlimlere dirayet anahtarlarıyla tevhid kapısını açan Allah'a mahsustur. Burada, "seçilmiş kullarının kalplerini velâyet nuruyla süsleyen demekle; hem kalplerin ancak iman, takvâ ve amel-i salih esasına dayanan "velâyet nuruyla süsleneceğini, hem kalbin velâyet nuruyla süslenmesinin ancak Allah Teâlâ'yı tanımaya bağlı olduğunu söylemektedir. Ayrıca "dostlarının kalplerini süsleyen ibaresinde kalbin süslenmesi, mânevî güzellik, ilim ve hikmet ile donatılmasının ancak yüce Allaha ait bir iş olduğu, bunun kulun çabasıyla 3değil, Allahın özel lutuf ve ihsanı ile olduğu ortaya konmaktadır. Bu işte insana düşen vazife, bu ilâhî ikramı almaya kalbini hazırlaması, bunun için gerekli çalışmaları yapmasıdır. Bunun en güzel yolu; kulun sürekli bir acz, fakr, şefkat ve tefekkür şuuruyla nefsinin terbiyesine çalışmasıdır. Kula düşen, irade gösterip, sebeplere sarılıp dergâh-ı ilâhiyyeye yönelip dili, gönlü ve hali ile yüce rabbine yalvarmasıdır. Devamında, "özel ilâhî yardımı ile onların nefislerini terbiye eden ifadesiyle, nefislerin terbiyesinin ancak yüce Allahın yardımı ile mümkün olduğunu, hidayet, mânevî temizlik, terbiye ve terakkinin temelini bu ilâhî desteğin oluşturduğuna dikkat çekmektedir. "...İrfan sahibi âlimlere dirayet anahtarlarıyla tevhid kapısının açılması iki temel şarta bağlanmaktadır. Birincisi, "irfan sahibi âlim olmak (sadece âlim olmak değil); ikincisi ise "dirayet anaht