Kur'an Işığında Evrensel Dengeler ve İnsan
ISBN 1000000046755
Yayınevi Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları
Yazarlar Yaşar Düzenli (author)
Kitap Tanıtımı Endüstri çağının başlamasıyla modern insan, kendi kendine mutlu olacağı, herkesi ve her şeyi emri altına alabileceği, doğayı istediği gibi evirip çevirebileceği duygusuna kapılmış, böylece kendisini her şeyden müstağni addederek, yer yüzünün yegane hakimi edasıyla gök yüzüne baş kaldırmıştı. Sürekli gelişen teknolojinin cazibesine kapılarak, adeta büyüklük kompleksi içerisinde sarhoş olmuş, geçmiş ve gelenekten bilhassa manevi değerler adına artakalan ne varsa bütününü geçmişle hesaplaşmak düşüncesiyle göz ardı ederek, eski dinlerin yerine yeni bir sibernetik din ihdas etmiştir. Bu dinin temel hedefleri şu üç eksen etrafında oluşturulmuştu: Sınırsız üretim, mutlak özgürlük ve kısıtlanmamış mutluluk. Bir bakıma bu üç nass dan oluşan yeni dinin egemen olması, geçmişin dâru s-selâmına ulaşmanın teminatı olarak görülmüştü. Gerçekten de insanlık, dünyada beşerî umudun ulaşabileceği en yüksek hedefi yakalamaya, hiç bugünkü kadar yakın olamamıştır. Bir taraftan bilimsel ve teknik gelişmeler insanı yeni maddesel gerçeklerle iç içe kılarken, diğer taraftan yükselen ekonomik gelişmişlik sayesinde tüm açların doyacağı, insan cinsinin tek bir topluluk halinde dostça ve kardeşçe bir arada yaşayabileceği, böylece ayrılık ve düşmanlıkların sona ereceği düşleniyordu. Bununla da, geçmişte hayal edilmiş Ütopya lar, Erdemli Şehirler (el-Medînetü l-Fâdıla) yeni ve kendine özgü kurallarıyla kurulmuş olacaktı. Ancak heyhat ki, aradan geçen bunca zaman sonra ortaya çıkan manzaraya baktığımızda, dünün toprakla haşır-neşir olmuş mütevazı ve tabii insanının yerinde, güçlü olmak için makinelere sahip olmayı düşünüp ve fakat onların altında iyice kendisini kaybetmiş, soluk benizli, yorgun ve bitkin insanların dolaştığını müşahade etmekteyiz. Kimsesiz, çeşitli korkulara yenik düşmüş, ruhen dengesiz, yıkık ve bağımlı olan bu insanlar, önce bütün çabalarıyla kendilerine boş zaman yaratmaya çalışırlar, sonra da bu zamanı öldürebildikleri ya da geçirebildikleri oranda sevinç duymaya çalışırlar. Yaşantısı; kardeşliğin, mutluluğun ve hoşnutluğun yaşanmasından daha çok, maalesef deliliğe çok yakın olan ruhsal bir kargaşa ve şaşkınlığı çağrıştıran, orta çağların toplumsal histerilerinden çok, şizofreniye benzeyen bir çılgınlığı andırıyor. Nihayet anlaşıldı ki, tüm beşeri isteklerin tatmini, insanı mutlu etmeye yetmemektedir. Çünkü insan bütün bu gelişmelerin parlaklığına kapılarak kendisini ve dolayısıyla da en büyük gerçeği unuttu. İnsan kendinin mükemmelleşmesini, başka bir ifade ile insan-üstüne yaklaşmayı unuttu. Her şeye ve herkese Hakk ı doğrultusunda adaletle davranan, bütün bir varlığa, bir ve tek kaynağından hareketle sevgi ile yaklaşan dostluk canlısı, her zaman ve her yerde sadece gerçeğe tanıklık yapan insan olma idealini terk etti. Tüm varlıkların Rabbi olan Allah ın, yaratıklarına karşı sergilediği yaklaşımı kavrayıp, O nun bu yöndeki izini takip ederek, ahlakı ile ahlaklarıma erdemini gözden uzak tuttu. İnsan bunca büyük teknik başarıya imzasını-atarken, kendisini bu en büyük gayeye yaraşır bir varlık olarak geliştirmeyi göz ardı etti. İnsanın mutluluğu ancak, kendi iç özgürlüğünü kazandıktan sonra yaşayabileceği ve ancak ondan sonra ruhsal olarak sağlıklı yaşayabileceğini tüm filozof ve psikologların ısrarla haykırmalarına rağmen, maddesel zenginlik, bolluk ve doğaya giderek egemen olmanın gururu ile insanlık, insan yaşamının gerçek temeli olan kendisini, tüm bu bilimsel gelişmelerin amacı kılmaktan vazgeçti. Gerçeği keşfetmek ve dünyadaki varoluşların yüzeysel görüntüleri ardındaki gizleri bulmak için bir araç olan aklın yerini, eşya ve insanı yalnızca bir alet olarak gören zeka aldı. Bugün insanlık, kendi iç gerçeği ile ilişkilerinin koptuğu ve böylece bütün dengelerin alt-üst olduğu bir kaosu yaşıyor. Yeryüzüne gelişi ve gidişi arasındaki çizgiyi ve bu çizginin takip ettiği istikameti kaybetti. Böylece de, keşfettiği yeni büyük gerçekler arasında en büyük gerçeği bulamaz oldu. Artık yeni nesiller niçin yaşadıklarını ve tüm bu gelişmelerin kendilerini nereye sürüklediğini, hayatın anlamının ne olduğunu bilmiyorlar. Çünkü geliştirilen sibernetik dinde bu suallerin cevapları hiç düşünülmemişti. Geçen bunca zamanda insanlar, sanki yaşanılan hayatın sağlam bir temeli varmışçasına, kendisini çevreleyen belirsizliğin, korkunun ve şaşırmışlığın gölgeleri arasında kendi kendisini aldatıp durmuştur. Ne yazık ki insanlık bu gün, edinilen bunca yeni değerlerin karşısında, insanın ve insanca olan değerlerin yenilgisine tanık olmaktadır. Düşüşü yaşayan insansa insan, toplumsa toplum, her ne ise, tekrar ayağa kalkacaksa eğer, düştüğü yeri doğru dürüst tespit etmeli ve yine oradan kalkmaya çalışmalıdır. İnsanlık neyi kaybetmiştir? Bu gün hangi şeye ihtiyaç duymaktadır? Kesin bir arayış içinde bulunan adem oğlunun, önce neyi aradığını daha bir netleştirmesi gereklidir. Sonra da, aradığı o şeyi in, bulabileceği adresini belirginleştirmesi gerekir. Bu gün kendisine yabancılaşan insanın en büyük sıkıntısı, Allah ı unuttuğundan dolayı, Allah in da kendisine bizzat kendisini unutturmuş olmasıdır. (59/19) Allah tan habersiz olan insana Allah da, kendileri için neyin iyi, neyin kötü olduğundan habersiz bırakmıştır. Bu habersizlik ve kendinde olmama hali, insanın ruh dünyasını kemiren en önemli yıkım unsurudur. Allah ı unutmak; bütün bir varlık alemini içten içe birbirlerine bağlayan ve aslında hepsinin aynı bütünün parçaları olduğu gerçeğinin farkına varamamak demektir. Başka bir ifadeyle, evrende bulunan insanın planını, insanda bulunan evrenin planını göz ardı etmektir. Bu çalışmamızda, Kur ân ın ışığını takip ederek, modern bakış açısının tek düze yaklaşımıyla parçalara ayırdığı ve Kur ân-ı Kerim in kendi aralarında emri parçaladılar açıklamasıyla dile getirdiği, aynı bütünün parçaları olan bütün bir varlığı içten içe birbirine bağlayan o büyük ağı aralamaya çalışacağız. Bundan dolayı da çalışmamızın ismini, "Kur ân Işığında Evrensel Dengeler ve İnsan" olarak belirledik. Çalışmamız bir giriş ve üç ana bölümden oluşmaktadır. Giriş bölümünde, denge kavramı ile neyi kastettiğimize dair genel bir çerçeve çizmeye çalıştık. Yaratılışın nasıl bir denge üzerinde bulunduğunu ve Din in kendi içinde dengeli bir çizgi takip ederek insanın yaratılıştan gelen dengesini korumada nasıl bir rol üstlendiğine temas etmeye gayret ettik. Birinci bölümde, Girişte genel çerçevesini çizmeye çalıştığımız denge kavramına tekabül eden terimlere yer verdik. Elbette bu terimleri, kavramın zihinde oluşturduğu tasavvura göre daha da artırmak mümkün olabilir. Biz burada kendi denge tasavvurumuza hem lügat açısından, hem de Kur ân ın genel bütünlüğü içerisinde doğrudan delalet eden terimlerle iktifa etmeye çalıştık. Çalışmamızın ikinci bölümünde dengenin yayıldığı alanı ve bu alanın kendi içinde ve ötekilerle olan ilişkilerini tespit ettik. Belki burada, ele alınan konuların her birinin sahip oldukları muhtevadan hareketle başlı başına ve daha detaylı bir şekilde incelenmesi mümkündür. Ancak bizim burada konuyu ele alış şeklimiz, yaratılmışlar âlemini oluşturan varlığın oluş sürecinde bir bütünün birbirine bağlı birimleri olarak aralarında var olan ve fakat korunması gereken ilişkiler ağını ortaya koymaktır. Böyle olunca dengenin alanını teşkil eden konuları bütün unsurları ile inceden inceye irdelemek çalışmamızın çerçevesini aşacağından, varlık dünyasındaki tabii ilişkilere işaret edecek düzeydeki tetkikle yetinilmiştir. Çalışmamızın üçüncü bölümünde dengenin unsurlarına yer verilmiştir. Bu başlık altında özellik