Kültürel Haklar Dünyadaki Uygulamalar ve Türkiye İçin Bir Model Önerisi
ISBN 9789755201351
Yayınevi Gündoğan Yayınları
Yazarlar Pulat Tacar (author)
Kitap Tanıtımı Çok kültürlü toplum terimi, köken, yaşama biçimi ya da geniş anlamda kültür açısından birbirlerinden farklı insanların birlikte yaşadığı toplum anlamında kullanılmaktadır. Çok kültürlü toplumlarda, bir arada, özgürce, farklılıklara saygı göstererek yaşayabilmeyi sağlayacak anlayış ve davranış biçimleri oluşturma gereği Türkiye^de ve dünyada yoğun biçimde tartışılıyor. İnsanlar kimliklerinin ve farklılıklarının tanınmasına ihtiyaç duyuyorlar. Bunun yanında, kişiler kimliklerinin ve farklılıklarının reddi durumunda, kimliklerin oluşturduğu -kimi kez sanal- zırhın ardına saklanıyor ve farklı kimliği bir dogma durumuna getirebiliyorlar; yaratılan bu gerginlikler bazen çatışmaya dönüşebiliyor; bu uyuşmazlıkların kaba kuvvetle değil demokrasi yoluyla çözümlenmesi gerekir. Öte yandan, özellikle farklılıklara saygı ve hoşgörü gösterilmesi konusu ele alınırken, etnik kimliklerin, kültürel hakların, azınlık haklarının önyargısız biçimde tartışmaya açılmasında da yarar var; bu konuda kitaplar, makaleler yazılıyor, uluslararası toplantılar düzenleniyor, üzerinde uzlaşma sağlanan hukuki ya da moral bağlayıcılığı bulunan belgeler yayımlanıyor, sözleşmeler imzalanıyor. Farklı etnik kimliklerin tanınması eğilimi Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra hızlandı. Bir yandan globalleşme sürecine girildiği söyleniyor, öte yandan bölünmeler artıyor ve bunu teşvik edenlerin art niyetli hesapları -haklı olarak- sorgulanıyor. Anılan gelişmeleri, insan hakları ve özgürlükler çerçevesinde bütün dünyada norm oluşturma çabalarının artması ve iletişim olanaklarının gelişmesi ile hızlanmasının bir sonucu olarak değerlendirenler olduğu gibi, soruna global uluslararası güç dengeleri açısından bakarak, dünya ekonomisine egemen olan kudretli ve zengin güçlerin, büyük ve heterojen devletlerden koparak bağımsızlıklarını kazanan ulusları kendi aralarında daha da bölmek için, etnik kökenli çatışmaları kışkırttıklarını, bu şekilde onları bir yandan güçsüzleştirdiklerini, öte yandan çatışanlara daha çok silah satarak kendi ülkelerinin ekonomisinde son derecede önemli bir yeri bulunan silah sanayilerini ayakta tuttuklarını ileri sürüyorlar. Muhtemelen her iki teşhis de yanlış değil. Etnik kimlik tartışmalarına girenlerin hiç kuşkusuz değişik amaçları var; farklı etnik kimliğin varlığını inkar ederek parçalanmayı önlemekten, değişik kimliği bulunan etnik gruplara özerklik ve hatta bağımsızlık verilmesine uzanan tutumlar mevcut; ülkelerinin parçalanma tehlikesiyle karşı karşıya bulunduğuna inanan bazı yöneticiler, gerekli gördükleri zaman insan hak ve özgürlüklerinde kısıtlamalara giderek, bölünmeye karşı önlemler alıyorlar; bu kargaşada, azınlık haklarını savunur gözükenlerin bir bölümü ise, -bunlara bazı uluslararası sivil toplum örgütleri dahil- genellikle çoğunluğun hak ve yaklaşımlarını görmezden geliyorlar, tek yanlı ve güdümlü kaynaklardan kendilerine ulaştırılan çarpıtılmış bilgileri kullanıyorlar; dezenformasyonun tuzağına düşebiliyorlar. Oysa, hiç kimsenin, kendi işine gelen söylemi veya bir kavram tanımını, "tek gerçek çerçeve budur" diyerek başkasına zorla kabul ettirmeye hakkı olmamalı; hele -şu son zamanlarda dilimizden düşürmediğimiz- hoşgörü, en azından, karşı gerekçelerin de varlığını kabul etmeyi gerektiriyor. Karşılaşılan zorluk, dogmanın egemen olduğu yerlerde, bunu tartışmaya bile açmak istemeyen bağnaz yaklaşımlarda; zaten, dogma tartışmaya da açılmıyor çoğu kez. Zira dogmaya bir kez saplanmış olan kişi, "mutlak gerçeğini" ya görüşmüyor ya da karşıt ve farklı görüşü ortadan kaldırmaya kadar uzanan şiddet uygulamayı yeğliyor.