Kitap Tanıtımı |
"Bu memleket, dünyanın beklediği, asla ümit etmediği bir eşsiz varlığın yüksek görüntüsüne, yüksek sahne oldu. Bu sahne en az 7000 senelik bir Türk beşiğidir. Beşik tabiatın rüzgarları ile sallandı; beşiğin içindeki çocuk tabiatın yağmurları ile yıkandı; o çocuk tabiatın şimşeklerinden, yıldırımlarından, kasırgalarından önce korkar gibi oldu; sonra onlara alıştı; onları tabiatın babası tanıdı; onların oğlu oldu. Bir gün tabiat çocuğu tabiatın kendisi oldu; şimşek, yıldırım, güneş oldu; Türk oldu. Türk budur: Yıldırımdır, kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir."
-Mustafa Kemal Atatürk-
Kasırganın Tam Ortasına Atlamak...
Evet bu şartlarda, bu imkansızlıklar içinde böyle bir mücadeleye girişmek tam anlamıyla bir çılgınlıktı. Mustafa Kemal'in deyişi ile "bir kasırganın tam ortasına atılmak" demekti. Bunu da ancak kasırgadan korkmayan; kasırgayı anası, kasırgayı babası bilen; kasırganın çocukları yapabilirdi. Çünkü durum görüldüğünden ve tahmin edildiğinden de vahimdi. Ordu dağıtılmış, silahlara, cephaneye el konulmuştu. Limanlar, demiryolları, köprü ve tüneller işgal edilmiş, üstelik bu işgal, Devleti Aliye'nin başkenti İstanbul'u bile içine alacak şekilde gelişiyordu. Anadolu yer yer işgal altındaydı. Millet aç ve sefildi. Perişan, ümitsiz, karamsar, çaresizdi. Yıllardır birbiri ardına girdiği ve her defasında da kaybettiği savaşlar milletin takadını bitirmiş, milleti adeta tüketmişti. Ama bütün bunlara rağmen Mustafa Kemal inançlıydı, ümitliydi, kararlıydı. O her şeyin bittiğine değil aksine her şeyin yeni başladığına inanıyordu. Çünkü kasırganın çocuğuydu o!
Ölümse ölümdü; ister denizde, ister zindanda, ister kör ve serseri bir kurşunla, ya da darağacında. Vatan ve memleket sevdası, Türk milletine aşkı ölümden daha yüceydi.
(Tanıtım Bülteninden) |