Kitap Tanıtımı |
Terbiye kelimesi Arapça raba kökünden kaynaklanan ve büyütme, yumuşatma ve metaforik olarak yetiştirme/eğitme anlamlarıyla büyük başharfle Kültür’ün başat terimlerinden biri olarak karşımıza çıkıyor. Terbiyenin gastronomik anlamı (terbiyeli yemek ya da terbiye edilmiş yemek) ya çiğ bir halden pişirilmeye hazır bir hale geçiş sürecini, ya da daha lezzetli, daha kıvamlı, daha yumuşak... bir hale getirmek için yapılan işlemi işaret eder. Burada Claude Lévi-Strauss’un toplumların yapısını ortaya çıkaran metaforlardan biri olarak gördüğü çiğ-pişmiş ikiliğini anımsamamak mümkün değil. Çiğ olan, insan elinin değmediği, yani –her ne kadar o da kültürel olarak inşa edilmiş olsa da- kültürü ve dili önceleyen ve aslında yiyecek olarak kabul edilmeyen bir şeydir. Onu herhangi bir işlemden geçirmek (çiğ yenilebilen bitkilerin yıkanması, kesilmesi vb. de buna dahildir) onu kültürün içine dahil eder. Dolayısıyla, yemek terimleriyle düşündüğümüzde; çiğ olumsuz, pişmiş ise olumlu bir anlama sahip olur. Çiğ olanı yenilebilir (aslında evcilleştirilebilir, biçimi ve yapısı değiştirilebilir) hale getirmek ile insanın terbiye edilmesi arasında büyük benzerlikler var gibi görünüyor. Terbiye (terbiye etmek/terbiyeli) insanlar için kullanıldığında aslında gastronomik olandan çok uzakta kalmayan, ancak başka iki eksende (ahlâk ve ondan bağımsız olmayan eğitim) konumlanan anlamlara kavuşur. Terbiye bir yandan Foucault’nun uysallaştırma kavramını anımsatırken, diğer yandan da sistematik bir eğitim dizgesini imler ve bu eksen bizi “talim terbiye” bağlamının içine taşır. Bu yüklü ve katmanlı göstergeleriyle talim-terbiye sosyal ve beşeri bilimlerin, özellikle de queer kuramın çok görünür ama bir yandan da gizil terimlerinden bir tanesi olagelmiştir. Eğitim ve pedagoji queer çalışmalarının içinde hayli kapsamlı denilebilecek bir çözümleme pratiğine sahipken ismi pek konulmamış terbiye biçimlerinin queer okumalarının daha cılız olduğunu savlayabiliriz. Talim-terbiyeyi queer bağlamların içerisinde düşündüğümüzde az önce saydıklarımın haricinde, biyopolitika, Bildung, kimlik, disiplin, heteronormativite, sakatlık, sağlıklılık, hijyen ve bunların haricinde daha birçok kavramın kıvrımlarında dolaşmak mümkün olabilir. Elbette bu terimleri düşünmeye başladıktan sonra hızımızı alamayıp ulus, vatandaşlık, beden, iktidar, çocukluk, sakatlık, cinsellik, sapkınlık, normallik, din, militarizm, kapitalizm, performans, yasa-llık ... gibi kavramların da aklımıza gelmesi neredeyse kaçınılmaz oluyor. Öğretme anlamına gelen ancak aynı zamanda talimat (yönerge) olarak kullanımını da düşünmemiz gereken “talim” ve hem yumuşatma hem de eğitme/eğitim anlamına gelen “terbiye” kelimelerinin birleşiminden oluşan “Talim ve Terbiye Kurulu” 1926 yılında kurulduğunda beri Türkiye’de okul eğitimini şekillendirme misyonuna sahip olmuş ve bunu yönetmeliğinin 2/b maddesinde şöyle özetlemiştir: “Millî eğitim sisteminin nasıl bir insan yetiştirmeyi hedeflediğini belirlemek”. Kaos Q+’ın bu sayısının teması olan talim-terbiye ise bu özgül anlam haritasından yola çıkarak queer bedenlerin nasıl talim ve terbiye edildiğini, heteronormativitenin yalnızca en kapsamlı haliyle Eğitimin belirleyici unsurlarından biri olmayıp aynı zamanda gündelik hayatın terbiye mekanizmalarının içine eklemlenmiş olma durumlarını, pedagojik anlamda “yanlış” ve “doğru” kategorilerinin queer bir okumasının nasıl yapılabileceğini, heteronormal olmayan cinselliklerin ve bedenlerin ulus, din, ekonomi, yasa, vb. gibi büyük anlatılar tarafından terbiye edilme biçimlerini ve bundan bağımsız düşünülemeyecek bir biçimde heteronormalliğin de bu söylemler tarafından nasıl terbiye edildiğini, terbiyeli öznelliklerin gündelik yaşam pratikleri, kültür, eğlence, edebiyat ... tarafından nasıl şekillendirildiği/yeniden üretildiği/konumlandırıldığını sorgulayan ve talim-terbiyenin her yerde hâzır ve nâzırlığının çağrıştırabileceği daha birçok sorunun yönlendirilmesi için bir başlangıç yapmayı hedefliyor. Kaos Q+ her sayısında Türkçe’de yayımlanmamış ve dosya konusuna uygun bazı kuramsal metinlerin çevirilerini “Teoria” bölümünde okuyuculara sunuyor. Bu sayıdaki her iki çeviri metin de queer kuramın öncü(l)lerinden biri olarak kabul edilen ve bir nevi kanonize edilmiş olan Michel Foucault’nun kuramlarını ve konumunu yeniden düşünmeye çalışıyor. Benjamin Noys “Seks Monarşisi” başlıklı makalesinde, uzun bir süredir egemen olan feminist ve queer kuramın cinsiyet ve toplumsal cinsiyet tartışmalarındaki yakın zamanlı yön değişikliğinin yeniden vurgulamaya başladığı cinselliğin, Foucault’nun kuramların üzerinden bir kez daha ele alınması gerektiğini savlıyor. Foucault’nun eleştirisi cinsiyetin ve cinselliğin insanlara birer kimlik atfeden ve içsel hakikatlerini tanımlayarak onu ulaşmayı olanaklı kılan bir biçimde moderniteyle birlikte yeniden tanımlanır hale gelmiş olmasına odaklanır. Seks böylelikle iktidarın içine sızdığı bir söylem, toplumsal bir baskı aracına dönüşmüştür. Dolayısıyla o dönemde feminist kuramın cinsel özgürleşmeye yaptığı vurgu Foucault’ya göre tam da tersine tuzaktan başka bir şey değildir. Foucault’ya göre bu matrisi (Butler’ın terimini kullanacak olursak) yıkacak olan tavır bütün kimlikleri toptan reddetmektir. Kimliğin cinsiyete/cinselliğe içkin bir kategori olarak karşımıza çıkması aslında terbiye ekonomisinin kültürel bir pedagojisidir; güç kullanmaktan ziyade ürettiği söylemle. Kimliği reddetmek bir baskı aracı olarak da cinselliğin kullanılmasını ve böylelikle “seksin monarşisini” alaşağı etmenin bir yolu olacaktır. Drucilla Cornell ve Stephen D. Seely’nin “Saksonun Devrimci Bir Yanı Yok” adlı makalesi ise queer kuram ile Marksizm arasındaki ilişkiyi yeniden düşünerek devrimci mücadele fikrinin queer kuramın içinde, özellikle Lee Edelman’ın epey etkili olmuş savlarıyla nasıl heteronormatif bir proje olarak reddedildğini gösteriyorlar. Bunun için yine Foucault’ya dönen yazarlar, onun cinsel devrimin kapitalizme karşı yapılacak daha geniş bir devrimci mücadeleden soyutlanamayacağı fikrini tartışarak queerlik ve Marksizm ilişkisi içinde beden ve hazzın yeniden nasıl tanımlanabileceğini tartışıyorlar. Derginin özgün makalelerden oluşan Queer Çalışmalar bölümünde üç yazı yer alıyor. Umut Şah’ın “Psikolojide Queer Çalışmaları” başlıklı makalesi “queer kuram” ya da “queer çalışmaları/incelemeleri” olarak adlandırılan bir “alan”ın kendi kanonlarını yaratmış disiplinlerle, daha özelde psikolojiyle nasıl bir araya geldiğini ve gelebileceğini tartışıyor. Özge Sarıalioğlu ve Dilan Alataş “Zenne’de Özne, Performans ve Mekân” başlıklı makalelerinde terbiyeyi bir özneleşme/öznellik biçimi olarak okuyarak mekan, beden ve cinsiyet ilişkisini Caner Alper ve Mehmet Binay’ın yönettiği Zenne filminin bir çözümlemesiyle tartışıyorlar. “Ütopik Bilimkurguda Toplumsal Cinsiyet ve “Performativite”: Uzay Yolu’na Yeni Bir Bakış” başlıklı makalede ise yazarlar Mustafa Ali Sezal ile Bilge Durutürk televizyon dizisi Uzay Yolu’nun bir bölümünü Judith Butler’ın performativite kavramı ile çözümlüyorlar. Bu sayıda ayrıca iki kitap incelemesi, bir manifesto, bir değini, bir söyleşi ve sergi alanında iki işi okuyabilir/görebilirsiniz. (Tanıtım Bülteninden) ) |