Kitap Tanıtımı |
"...Trenimiz Salzburg şehrine gelince durdu. İndik bize yol gösteren şebekenin adamı önde, biz arkada doğru taksi durağına gittik. İki taksi kiralayarak ıssız, karanlık bir ormanda ilerlemeye başladık. On kilometre sonra bir köydeydik. Gece saat bir buçuktu. Taksiler bizi bıraktı gitti. Köyün dışına çıktık. Etrafı ağaçlı dar bir yolda yürüyorduk.
Bir süre sonra yol bitti! Yağmur yağıyor, göz gözü görmüyordu! Küçük çocuklar sırtımızda, büyüklerin elleri elimizde, bir yerlere doğru gidiyorduk. Gide gide suyun kenarına vardık. Ama ne biçim su! Bir ses var... bir ses var... sanki büyük bir nehir akıyordu. Çok korktum. Yemin ederim en çok çocuklardan korktum!" Konuşmayı eşi sürdürüyordu. "Eşim, çocukları suyun ortasına kadar getiriyor, ordan ben alarak karşıya taşıyordum. Çocuklardan birini bana vereceği sırada ayağı taşa takılınca ikisi birden suya düştü. Çocuk babasının elinden suyun içine fırladı! Bağırdım... bağırdım... ağladım. Babamı, kardeşlerimi çağırdım... Eşim çocuğu yakalayıp bana verdiği halde hala bağırıyordum. Sandım ki çocuk suya gitti!" |