Kitap Tanıtımı |
İstanbullu
Daha önce Metin Eloğlunun kitaplaşmamış şiirlerini (İbresiz Bir Pusula, YKY, 2007) derleyen Turgay Anar, dört yıl boyunca 300den fazla süreli yayını inceledi ve şairin biri hiç yayımlanmamış 25 öyküsüne ulaştı.
Metin Eloğlu, ilk kez kitaplaşan, kimi karışık teknikle, kimi de Türk öykücülüğünde belki ilk kez sen-öyküsel anlatımla yazılmış, kimileri de gerçeküstü yönelimler taşıyan bu öykülerde, şiirinden bildiğimiz atak, haylaz ve yaratıcı Türkçesiyle İstanbulu, denizi, Anadoluyu, adamları ve kadınları ve aşk acılarını anlatıyor...
Bu arada, Sait Faikin öykücü olmanın temel ölçütlerinden biri saydığı balık isimlerini bilme sınavından da Yıldızlı Pekiyiyle geçiyor:
Ah, buraya kışın gelmeliydi: Civarinalar tozu dumana katarken, bir yelken bezine bürünüp, yavru orkinosları, kaplan postlu, dört dikenli dıragonyaları beklemek... Hapı yutan kılıcın nazlı nazlı salınması, gitgide iflahtan kesilmesi... Siyah sarı al benekli minakoplar... Koçan gibi kefalları ileryalardan ayrı koyun... O canım iskorpitler, taş balıkları isperkolar...
Kadınca edalı kupesler... Bulbulyanın o yumuşacık kokusunu bir yol genzinde sezince tebdili şaşan karagözler...
Tadımlık
(Kupa Kızı adlı öyküden)
Üç adım ötede, romanların, şiirlerin tarifine pek sığmayan bir deniz... Öylesine karanlık, öylesine delişmen, öylesine kalleş ki! Kumsalda kırık dökük alamanalar, deliş deşik sandallar, balık, böcek, kedi leşleri... Sahil boyunca ahşap, viran evlerin pencererelerinde yoksulca, çilelice singöröz gibi bir ışık...
Bu kıyının insanları, denizin dostluğu boyunca; candan, cömert, hovarda, şen şatır; düşmanlığı gelip çalınca da, haşin, nankör, şaşkın kimselerdir. Şu kahveye bir göz atınca göreceksiniz: İşte, Sofu Reis... Çeyrekçilerden Üzeyir, Kör Tahsin... Yanaşmalardan Memduh; Numan, Hüseyin... Bu akşam da ırıptan elleri bomboş döndüler! Bu akşam da üstlerinden bir naletlik akıyor! Çarşıya ne yüzle inip, evlerine ne yüzle gidecekler? Ekmek, yağ, gaz, kömür bekleyenlerin hesap sorucu, kırgın, tasalı gözlerine ne yüzle bakacaklar? Şu susuşlarındaki naçarlığı, öfkeyi, erkekçe kahırlarından başka neye yormalı?
Ah, geçen yıl ne iyiydiler... Dünya ne kadar düzenli, hayat ne kadar yaşanmaya değerdi... O güzler, kış kıyametler boyunca, düşmanlar dost olmuş, kinlerden arınılmış, karşılıksız iyiliklerin bile karşılığı ödenmiş; çehreler görülesi bir mutluluk takınmıştı. Çocukların, bacıların, anaların, avratların, konu komşunun karnı tok, sırtı pekti. Dürüst, hamarat , fedakârdılar... Çünkü deniz iyiydi! Çünkü balık boldu! O kolyoz, sarıkanat, çinakop, lüfer, karagöz, barbunya, dülger, sinağrit, mercan, kılıç, orkinos furyasıyla baş edemez olmuşlardı gayri... Ocaklar yanıyor, tencereler fokur fokur kaynıyordu. Ya şimdi? Ah, şimdiyi hiç sormayın! Aylardır beş on çavalye balık uğruna içi dışı yıpranan; kollarında güç, yüreklerinde umut tükenen bunca kişinin hikâyesi öyle bir çırpıda anlatılmaz ki! |