Kitap Tanıtımı |
İslâm Hukuku, Doğu da ve Batı da, çeşitli maksatlarla ve muhtelif açılardan ilmî araştırmalara mevzu teşkil etmekte, yakın maziye kadar bizde olduğu gibi bugün de birçok İslâm Ülkesi nde, kısmen veya kül hâlinde tatbik edilmektedir.
On asırdan fazla bir zaman tatbik edilen herhangi bir hukuk sisteminin, onu benimseyen milletin içtimaî, iktisadî ve kültürel bünyesinde silinmez izler ve tesirler bırakması tabiîdir. Bu sebeple Türk tarih ve kültürünü araştıran, Türk milletini örfü, âdeti, içtimaî ve iktisadî yapısıyla tanımak isteyenlerin başvurmaları gereken çok önemli bir kaynak da "İslâm Hukuku "dur.
Bu hukukun malzeme ve kaynaklarını toplayıp tanzîm etmek, onu bütün branşlarıyle hem kendi sistematiği içinde, hem de anlaşılmasını kolaylaştırmak için alışılan yeni düzenlemeler içinde araştırıcılara sunmak, üzerinde tetkik, mukayese ve tenkitler icra eylemek... İşte bütün bunlar, ona daha yabancı olan başka milletlerin ilmî müesseseleri tarafından ele alındığı halde bizde uzun zamandan beri ihmâl edilmiş bir mesaî mevzuudur.
Enstitülerimizde ve alâkalı fakültelerdeki Fıkıh Usûlü ve İslâm Hukuku kürsüleri, bu ihmâlin telâfisi için rehber olma durumundadırlar. İşte bu sebeple İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü Fıkıh ve Fıkıh Usûlü dersi asistanı olduğum zaman hocalarım, bir başlangıç olmak üzre İslâm Hukuku nun, neş et ve tekâmülünün en önemli faktörü olan "ictihad" mevzuunu, târihi seyri içinde ele almamı uygun buldular. Mevzu "başlangıçtan, içtihadın zayıfladığı veya durduğu dördüncü asra kadar bu müesseseyi; otoriteleri, bunların tatbik ettikleri usûl, benimsedikleri telakki ve yürüttükleri ictihad hareketinin seyri içinde ele almak..." şeklinde tahdit ve tesbit edildi.
Zaman dört asırlık uzun bir çizgiyi ihtiva ediyor, aradıklarımızı bulmak için müracaat etmemiz gereken kaynaklar ise çok dağınık bir manzara arzediyordu. Çünkü ilk üç nesil (ashâb, tâbiûn ve kısmen etbâ) ictihad usûllerini tedvin etmemişlerdi. Müctehid imamlardan da -tez plânımıza göre ele aldığımız dört mezheb imâmı- ancak Şafiî bizzat usûl ve telakkisini kaleme almıştı. Sonrakilerin mezhebler adına tedvin ettikleri usûl kitaplarındaki usûl ve kaidelerin, mezheb imâmıyla talebe ve tâbîlerine ait olanları yekdiğerine karışmış bulunuyordu. Binaenaleyh mezkûr iki nesil ile Şafiî dışındaki imamların ictihad usûl ve telâkkisini, bizzat çözdükleri birçok meseleyi inceliyerek veya umûmî kaynaklarda menkul söz ve davranışlarından çıkarmak gerekmiş ve bu yol tutulmuştur.
Müctehid imamlar devrinin sonuna kadar (3. asrın sonu) ictihad ile taklid münakaşa terazisinin iki kefesine konulmamış bulunduğu için bu devrelerde münhasıran ictihad üzerinde durulmuştur. Dördüncü asırdan itibaren çeşitli âmillerin tesiriyle ictihad ve müstakil tefekkür zihniyeti zayıflamış, buna mukabil taklid ve tâbilik ruhu kuvvet kazanmış; taklîd içtihadın karşısındaki kefeyi işgal etmekle kalmamış, ağırlığını da hissettirmiştir. Bu durum mukallidlerin "ictihad kapısı kapandı" iddiasını ortaya atmalarına zemin hazırlamıştır. Bu sebeple mezkûr devirden zamanımıza kadar devam edegelen ictihad-taklid münâkaşaları kül hâlinde ele alınmış, zikredilen iddianın, vakıa ile İslâmî esaslar muvacehesindeki durumu ortaya konmuş, günümüze kadar zayıflıyarak da olsa ictihad hareketinin devamı gösterilmeye çalışılmıştır.
Arapça kelime ve isimlerin yazılmasında telâffuzdan hareket edilmiş, kullanılan işaret, farklı harf ve kısaltmalar bir listede arzedilmiştir. Kaynaklar listesine de müracaat edilen ve gözden geçirilen eserlerin tümü değil, doğrudan doğruya istifâde edilip, dipnotlarında zikredilenler kaydedilmiştir. |