Kitap Tanıtımı |
Bizleri, İslâm ve îman nîmetleriyle şereflendiren, hidâyet rehberimiz Kurân-ı Kerîme muhâtap kılma lûtfunda bulunan ve Kurânın fiilî tefsiri mâhiyetindeki Hazret-i Peygamber r Efendimize ümmet olma bahtiyarlığına erdiren Allah Teâlâya sonsuz hamd ü senâlar olsun.
Bu dünyada istikâmet ölçümüz, âhirette ise şefâat melceimiz, âlemlere rahmet, Fahr-i Kâinât Efendimize, Onun pâk ehl-i beytine ve ashâbına sonsuz salât ü selâm olsun!..
İnsanın dünyâ ve ukbâ saâdeti, hayatında ruh ve beden âhengini temin edebilmesiyle mümkündür. Bedenin maddî gıdâya ihtiyacı olduğu gibi, rûhun da mânevî gıdâya ihtiyacı vardır. Rûhun en feyizli gıdâsı ise hikmettir. Hikmet ehlinin söz ve davranışlarını tefekkür etmek, tıpkı bereketli nisan yağmurlarının toprağa bahar aşısı yapması gibi, ruhların da âb-ı hayat katreleriyle ihyâ olmasına vesîledir.
Bu hakîkati Hazret-i Ali t ne güzel ifâde buyurur:
Nükteli ve hikmetli söz ve davranışlarla ruhlarınızı dinlendirin. Zira bedenlerin yorulduğu gibi, ruhlar da yorulur.
İnsanları, düşündürücü ve hikmetli sözlerle îkaz edin ki, kalpleri huzur bulsun.
Boş ve mâlâyânî sözler, insanı rûhâniyetten uzaklaştırır. Hikmetli sözler ise ruhlara huzur ve ferahlık verir. Gündelik hayatın med-cezirleri / iniş-çıkışları içinde bunalan akıl ve kalp, hikmetli sözlerle uyanır, huzur bulur, hakîkatlere karşı âgâh hâle gelir.
Âyet-i kerîmede buyrulur:
Andolsun ki içlerinden, kendilerine Allâhın âyetlerini okuyan, (kötülüklerden ve inkârdan) kendilerini temizleyen, kendilerine Kitap ve «hikmet»i öğreten bir Peygamber göndermekle Allah, müminlere büyük bir lûtufta bulunmuştur. Hâlbuki daha önce onlar, apaçık bir sapıklık içindeydiler. (Âl-i İmrân, 164)
Âyet-i kerîmeden de anlaşılacağı üzere, hikmete vukuf bakımından insanlığın zirvesinde yer alan peygamberlerin umûmî mânâda üç vazifesi vardır:
1. Allâhın âyetlerinin tebliğ ve tatbiki, yani ilâhî emir ve nehiyleri beyân edip uygulamak.
2. Tezkiye, yani insanların iç dünyasını mânevî kirlerden ve gaflete dûçâr edecek hâllerden arındırmak.
Bunların neticesinde de;
3. Kitap ve hikmetin tâlimi; yani kalpleri ilâhî hakîkatlere ve sırlara âşinâ kılmak
Kurân-ı Kerîm, kâinattaki bütün sır, hikmet ve hakîkatlerin kâmil bir manzûmesidir. Bütün gerçekler, onda birer nüve/öz hâlinde mevcuttur. O, mânâ derinliği nihâyetsiz bir kitaptır. Derinliğine inildikçe define çıkan kadîm ve bereketli bir toprak gibidir.
Yani Kurân-ı Kerîm, tefekküründe derinleşildiği takdirde, baştan sona bir hikmetler sergisidir. Hikmet ise, bütün hâdise ve varlıklarda meknuz olan ilâhî mesajlar ve sırrî hakîkatlerdir. Dolayısıyla hikmetin mutlak menşei Allah Teâlâdır. Peygamber Efendimiz rin bütün söz ve davranışları da, Onun Hak Teâlâdan vahiy yoluyla telâkkî ettiği Kurân hikmetlerinin îzah ve şerhinden ibârettir.
Rasûlullah r Efendimizdeki ilâhî hikmetlere en yakından vâkıf olanlar, şüphesiz ki ashâb-ı kirâmdır. Nitekim Efendimiz r;
Ashâbım yıldızlar gibidir... buyurmuştur.1 Hikmet nazarıyla bakıldığında, Kurân-ı Kerîmde yıldızların üç husûsiyetinden bahsedildiği görülür:
1) Semâyı tezyîn etmek:2 Her sahâbî de, İslâm semâsında ve müminlerin gönül dünyasında ayrı bir güzellik sergilemiştir. Cenâb-ı Hak, Kurân-ı Kerîmde Muhâcirler ve Ensârı medhetmiştir.3
2) Şeytanları Taşlamak:4 Fizikî olarak bu taşlamanın nasıl gerçekleştiği bizlere meçhuldür; bunun keyfiyetini Allah bilir. Fakat sahâbe-i kirâm da Kitap ve Sünnete ittibâ etmek, rûhânî bir hayat yaşamak ve yeryüzünde Allâhın şâhidi olmakla, dâimâ şeytanı taşlamışlardır.
1. Mübârekfurî, Tuhfetül-Ahvezî, Kâhire, ts., X, 226, no: 3807; İbn-i Abdil- Berr, Câmiu Beyânil-İlm, II, 91.
2. Bkz. Fussilet, 12.
3. Bkz. et-Tevbe, 100.
4. Bkz. el-Mülk, 5. 7
3) Yol Göstermek:5 Yıldızlar, bulundukları mevkiler sâyesinde yön tespitinde ölçü teşkil ettikleri gibi, ashâb-ı kirâm da kıyâmete kadar gelecek olan bütün ümmete örnek hayatlarıyla rehberlik ederek, toplumları yanlış fikirlerden ve hurâfelerden kurtarmak için yol göstermektedirler.
Cenâb-ı Hak tarafından Peygamber Efendimiz rin mübârek kalbine bahşedilen hikmet, Efendimiz rden sahâbe-i kirâma, onlardan da Hak dostlarına, kâmil mânâda intikal etmiştir. Peygamber vârisi olan Hak dostları da, nebevî hikmetlerin nûrunu zamanlara ve mekânlara yansıtan mücellâ aynalar mesâbesindedirler. Onlar, îkaz, irşad ve terbiyeye muhtaç olarak yaratılan insanoğluna, Cenâb-ı Hakkın sonsuz merhametinin bir tezâhürü olarak, bu ihtiyaçlarının kıyâmete kadar giderilmesi için lûtfedilmiş olan istîdatlı kullardır. Lâkin gerek peygamberler ve gerekse onların irşad vazifesini devam ettiren velî kullar, hacmine ve derinliğine lâyıkıyla vâkıf olunamayan bir okyanus gibidirler. Herkes o okyanusun derinliğine, istîdâdı nisbetinde dalabilir ve ondan nasiplenebilir.
Bununla beraber, her fiilinde hikmet sahibi olan Cenâb-ı Hak, kâinattaki bütün varlıkları farklılık üzere yaratmış, kullarına da maddî-mânevî, apayrı husûsiyetler lûtfetmiştir. Bu bakımdan, kâinatta hiç kimse ve hattâ hiçbir varlık için tam bir ikizlik söz konusu değildir. Zira birbirine mutlak sûrette eşit iki varlık yaratmak, onlardan birinin varlığını hikmetsiz kılardı. Allah Teâlâ ise böyle bir noksanlıktan münezzehtir. Dolayısıyla iki insan, maddî bakımdan ne kadar birbirine
5. Bkz. el-Enâm, 97.
benzese de, gönül dünyası, tefekkür, tahassüs ve temâyülleri gibi sayısız husûsiyetleri bakımından mutlakâ birbirinden farklıdır. |