Kitap Tanıtımı |
İzdüşümler /Düş İzleri dizisinin, Cüce'den sonraki bu ikinci kitabı, Türk öykücülüğünün en büyük isimlerinden Tomris Uyar ile genç sanatçı Ali Arif Ersen'in ortak bir çalışmasıyla ortaya çıktı. Dostluğun, aşkın ve ihanetin yıllar içinde biriken öyküsü bu: bir içki masasına doğru, önce yavaş yavaş, ardından hızla devinen bir öykü... Ali Arif Ersen'in resimleriyle zenginleşen Güzel Yazı Defteri, Tomris Uyardan, ilişkilerdeki tutku ve kopuşu , birlikte ve ayrı ayrı yaşanmış yılların biriktirdiklerini ele alan, çoksesli bir kitap. YKY'nin yeni kitap dizisi İzdüşümler / Düş İzleri, iki ayaklı bir yapıya sahip. İzdüşüm kısmında dünyaya bakıldığında neler görüldüğü üzerine çeşitlemeler yer alıyor.(İstanbul'un sokak satıcıları, mezar taşları...) Düş izleri kısmında ise uzun öykünün ve kısa romanın sınırlarını zorlayan eserler yer alıyor.
Tadımlık
Kumsalda yürüyüşe çıkmayı göze alamadığına göre yaşlanmıştı demek. Böyle ufak tefek üşenmelerden anlaşılıyor. Yoksa bir biçimde geçmeyi beceren, birbirine eklenen, sayıları bu yüzden kabarıp yılları bulan tekdüze günler hiçbir ipucu vermiyor. Şu karşı masadaki adamın yaşı da anlaşılmıyor sözgelimi. Kaç yaşında olursa olsun varlığıyla bulunduğu mekâna damgasını vuran erkeklerden. Cinsel çekiciliğinin farkında. Gençken ne canlar almıştır kimbilir... Yine de bu çekiciliğini bir silah gibi kullanmıyor. Yakın arkadaşlarını kadınlardan seçen erkeklerden. Yani isterse çapkın, isterse yakın dost, aradaki sınır kesin. Aradabir, bir şeyler yazdığı kâğıtlardan başını kaldırıp iştahla camdan dışarı bakıyor. Belki de ciddi bir şey yazıyordur. Hadi biraz daha zorlarsak: belki yazardır. Belki adını bildiğimiz bir yazar. O kadarını bilemem ama onu bir yerden tanıyorum sanki. Belki Çiçek Pasajı'ndan, belki Bayram'ın Krepen'deki eski meyhanesinden. Belki İsmet'in lotarya defterinden diyeceğim ama oradaki isimleri oralı yüzlerle birleştiremem ki. Boşuna, diye düşündü Kadın. Belki tatilde bir göz atarım diye yanında getirdiği romanı okumaya çalıştı. Kitap, onu çevresinden koparıp alacak kadar usta-işi değildi. En iyisi karşıdakinin kim olduğunu öğrenmek ya da anımsamaktı. Tabii romana dalmış görünerek. Onun çay kaşığını havada yakalarken kalemini düşürdüğünü görünce gülümsedi: sarhoşluğun sevimli sarsaklıkları. Gerçi çay bardağına koyduğu iki damla konyakla sarhoş olmazdı bu adam ama belki akşamdan kalmaydı. Birdenbire bulutlardan sıyrılan güneşin cılız ışığında bir daha inceledi onu: kırçıl saçlarını, yanık tenini, kalemi tutan küt parmaklarını. O da kendisini incelemişti galiba çaktırmadan. Ama başka bir nedenle: yabancı, üstelik yaşlı başlı bir kadının bu erkekler kahvesinde ne işi var merakıyla. Bir ara, eski bir tanıdığına --bir sevgilisine mi demeli, çünkü soluk soluğa kalmıştı bir an-- rastladığını sanmıştı anlaşılan ama sonra vazgeçmişti. Eskiden olsa bir özür bulup yanına yaklaşır, laf arasında kim olduğunu öğrenirdi. Ama eskiden. Artık kumsalda yürümek bile anlamsız geliyordu. Bin kere yapılmış bir şeyin bir daha yapılması gibi. İkinci başarısız evliliğinin bitimini kutlamaya gelmişti buraya. Bu adamsa, yaşamının hiçbir döneminde evlenmeye yeltenmemişti herhalde... Belki de tutulduğu, aşık olduğu kadınlardan hiçbiri onunla evlenmeyi göze alamamıştı. Güzin hanımın bu deyiminin anlamını yıllar sonra kavraması şaşılacak bir şeydi. Evet, bu adamla çok güzel, kısa bir birliktelik yaşanırdı, başka biriyle kolay kolay yaşanmayacak türden ama sonra... Çoktandır unuttuğu bir haz dalgasıyla ürperen bedeni gevşedi birden. Sanki karşısındakiyle bütün kuralları çiğneyen bir aşk yaşamıştı da bağışlayamadığı bir şey (ne sözgelimi?) yüzünden ondan ayrılmak zorundaydı. Aslında onu mu özlüyordu, yoksa demin tenini zonklatan tutkuyu mu? Romanı uygun bir yerde bırakmak için birkaç sayfa daha okudu. En iyisi kitabı çaycıya armağan etmekti giderken. Burda zaman kolay geçmez herhalde. Kışın. Ayrıca belki konuşma sırasında... Karşıki, dostça konuşmuştu çocukla, belki buralıydı. Kurgusu bozuk bir roman okumanın sonuçları işte, diye gülümsedi. Şimdilik buralı olabilir de nerden gelmişti? Bir şeyden mi kaçıyordu? Yoksa kimbilir hangi dolambaçları atlattıktan, hangi çıkmazlara tosladıktan sonra mı seçmişti tek başınalığı? Onun kalkmaya hazırlandığını görünce telaşa kapıldı. "İçte uzun uzun biriktirilen, ancak dalgınlık anlarında su yüzüne çıkan gerçek" bu olsa gerekti: onunla birlikte bir şey daha kayıp gidiyordu ellerinden. İşte karşıki, dosyasını, kalemini çantasına koydu, boşalmış cep konyağı şişesini masanın üstünde bıraktı. Daha önce çaycıdan hesap istemiş olmalı, çünkü tezgâha dönerek ayakta bekledi bir süre. Hiç değilse adını öğrenebilse onu bir yere oturtabileceği duygusu bastırdı. Kalkıp... Ama artık geçti, keşke daha önce... Çaycının sesi duyuldu mutfaktan: "Geldim, Kenan abi!" |