Gotik Edebiyat Seti - 10 Kitap Takım - Kutulu
ISBN 9786058835870
Yayınevi Cem Yayınevi
Yazarlar Yayınevi: Cem Yayınevi (author)
Kitap Tanıtımı Sicilya'da Bir Aşk Hikayesi: Ölçüsüz tutkular, dehşet verici eylemlere yol açar. Sicilya’nın ıssız kıyılarında, benzersiz bir doğa manzarasının ortasındaki muhteşem bir şato, karanlık sırların yatağı olabilir mi? Sicilya’da Bir Aşk Hikayesi, sakin ve durgun görünen hayatları apansız bir çalkantıyla bulandırıyor. Şatonun dolambaçlı koridorlarında, insanı bir kez kendine çektikten sonra girdabından dışarı bırakmayan, kaynağı belirsiz bir korkuyu, günlük hayata istikrarla sızan bir psikolojik dehşete dönüştürüyor. Ann Radcliffe’in erken dönem yapıtlarından Sicilya’da Bir Aşk Hikayesi, gotik romanı romantik unsurlarla besleyen yetkin bir örnek. Radcliffe dehşetin anlatımını kendine özgü lirik bir üsluba bağlarken, korkuya da sıcak, çekici bir yön kazandırıyor: Haz ile dehşet arasındaki her an kopmaya hazır o ince çizgi ortadan kalkıyor. Sicilya’da Bir Aşk Hikayesi, 18. yüzyıldan günümüze gotik adını alan korku ve dehşet edebiyatının klasiklerinden biri. Gece Tabloları: Gece Tabloları, Aydınlanmacı aklın “bilinmeyen” olarak damgaladığı, ürkütücü bulduğu için hayatın dışına attığı dünyalara kapı aralıyor. Bu öyküler okurunu uçurumun kenarındaki hastalıklı ruhların, suçun ve kötülüğün, fantazmanın ve deliliğin, doğaüstünün ve bilinmezin dünyasına taşıyor. Geceyi mekân edinen öyküler değil bunlar; gecenin karanlığını gündüze taşıyan, dolayısıyla da insanı kendi karanlığına hapsederek geceyi büyüten, uzatan, sürekli kılan öyküler... Kitabı oluşturan sekiz öyküden her biri, bu açıdan insan ruhunun en dip, en kuytu köşelerine ayrı bir noktadan ışık tutuyor. Resmin bütünündeyse Hoffmann’ın sonsuz gecemize yüklediği anlam var. Gece Tabloları’nın ilk öyküsü “Kum Adam”, yayınlanmasından yüz yıl sonra Freud’un “tekinsiz” kavramını oluşturmasına zemin hazırlamış; Freud aynı adlı ünlü makalesinde Hoffmann’ın bu öykülerde geceye yüklediği anlamı, tüm karmaşasıyla modern kültürün insan ruhundaki tezahürü şeklinde ele almıştır. Öykülerini, gerçekliğinden şüphe duyulmadan hayalle bezeyen E.T.A. Hoffmann’ın eserleri, fantastik realizmin başyapıtlarıdır. Undine: Doğa aykırılıkları sevmez, bir peri masalında bile... Undine bir su perisi... Ya ölümsüz kalacak ya da ölümsüz bir ruha kavuşacak insan bedeninde... Beyaz atlı şövalyesini bekliyor. Ancak aşk, bu peri masalındaki rüyaları gerçekleştirebilir. Ne pahasına olursa olsun... Aristokrat bir Fransız aileden gelen Alman romancı ve oyun yazarı Friedrich de la Motte Fouque, eserlerinde İskandinav sagalarından ve mitlerinden yararlanmıştır. Ülkemizde da­ha önce Su Kızı adıyla yayımlanmış olan Undine, yazarına en kalıcı başarısını getirmiştir. Undine sıcacık, romantik bir masalı ruhun ıstırapları ve doğaüstünün gizemiyle fantastiğe yaklaştıran sıradışı bir yapıt. Fouqué, acıya mahkum bir var oluşu tatmak uğruna ölümsüzlüğü arzulayan ve ruhun bedelini acı çekerek ödeyen efsanevi Undine karakteriyle edebiyata yeni bir imge armağan ederken bir yandan da bizi karanlık tarafımızla yüzleştiriyor. Hayaletgören: “Kutlayın kendinizi, Prens, saat tam dokuzda o öldü.” Hayaletgören, romantik ve gotik düşünce geleneği üzerinde önemli etkileri olan Alman oyun yazarı ve şair Friedrich Schiller’in tek roman denemesidir. Schiller’in okültizm, spiritizma ve ruh çağırma motifleriyle dönemin komplo teorilerini ustalıkla harmanladığı Hayaletgören, Venedik’te bir Alman prensinin başından geçen çetrefil bir maceraya odaklanır. Ciddi, içine kapanık ve melankolik biri olan prens, kimsenin kendisini tanımadığı Venedik’te sessiz sedasız bir yaşam sürmektedir. Oy­sa Venedik baştan çıkarıcı zevklerin, karanlık arzuların şehridir. 1787-1789 arası Die Thalia dergisinde bölüm bölüm ya­yımlandığında büyük ilgiyle karşılaşan Hayaletgören, bir roman fragmanı. Schiller’in Hayaletgören’de işlediği motifler sonraları E.T.A. Hoff­mann’dan Thomas Mann’a uzanan bir yelpazede sıklıkla yeniden edebiyat sahnesine taşındı, kullandığı anlatım teknikleri ise Edgar Allan Poe, H.P. Lovecraft ve Clark Ashton Smith gibi isimler tarafından benimsendi. Sardinya Efsaneleri: Her hazinenin kapısında bir lanet bekler sizi... İtalyan edebiyatının büyük ozanı Deledda’nın kaleminde canlanan Sardinya Efsaneleri, kaderlerinde acı ve ölüm olan sıradan insanların sıra dışı öykülerini bir araya getiriyor. Bu öykülerde insan, ölümün karşısında merakına yenik düşerken, lanete açılan hazine kapılarında nöbet tutanların gösterdiği sonsuz karanlıkla tanışıyor. Sardinya Efsaneleri, adından da anlaşılacağı gibi, bir derleme. Sardinya’nın geçit vermez dağları arasında yaşayan halkın aktardığı korkunç öyküleri derlemiş Grazia Deledda. Bu öyküler, yaşamları türlü korku ve hurafelerle dolu yoksul halkın geniş hayal gücüyle beslenen tekinsiz, tehlikelerle dolu dünyaları anlatıyor. Her biri birbirinden uğursuz bu on üç öykü, Sardinya topraklarında gömülü eşsiz hazinelere açılıyor. Ne var ki toprak, hazinelerin yatağı da olsa, yeraltı dünyasında onları bekleyen başkaları var: iblisler, cüceler, cinler, büyücüler... Sardinya Efsaneleri küçük bir kitap. Deledda’nın, doğup büyüdüğü görkemli Sardinya için kaleme aldığı bir korku odası... Otranto Şatosu: “Gotik” terimini edebiyat alanında ilk kullanan kişi olarak bilinen Walpole, 1764’te kendi özel basımevinde hazırladığı Otranto Şatosu’nun toplumda nasıl karşılanacağını kestiremediği için, kitabı 16. yüzyıldan kalma İtalyanca eski bir elyazmasının çevirisi olarak sundu. İlk baskının kapağında “Otranto Aziz Nicholas Kilisesi Kilise Heyeti Üyesi Onuphrio’nun yazdığı İtalyanca aslından William Marshal tarafından çevrilmiştir” ibaresi vardı. İkinci baskıdaysa ne çevirmen adı vardı, ne de yazar. Şöyle der Walpole bir mektubunda: “Uyandığımda o düşten anımsadığım tek şey, kendimi bir Ortaçağ şatosunda görmemdi (benim gibi kafası Gotik hikayelerle dolu biri için bu mekan çok doğal sayılır); hayli yüksek bir merdivenin en tepesinde, tırabzanın üzerinde son derece büyük bir zırhlı el gördüm. O akşam oturdum ve ne söyleyeceğimi, ne anlatacağımı bilmeden yazmaya koyuldum. Yazdıkça hikaye gelişti, benim de hoşuma gitmeye başladı (üstelik politikadan başka bir şey düşünebildiğim için de çok seviniyordum); kısacası kendimi öylesine kaptırdım ki, kitabı iki aydan kısa sürede bitirdim.” Böcek: Paul Lessingham, geleceği parlak bir politikacıdır. Ne var ki Mısır’dan gelen ve Kraliçe Viktoria’nın yasaklar şehri Londra’da sürekli biçim değiştirerek serbestçe dolaşan “Böcek”, Lessingham’ın kâbusu olacaktır. İsis’in müritlerine karşı işlenmiş bir suçun intikamını almaya gelen bu amansız yaratık kurbanlarını dehşete sürüklerken, hiç kimse güvende değildir. Marsh’ın romanı, Stoker’ın Drakula’sı, George du Mau­rier’nin Trilby’si, Sax Rohmer’ın Fu Manchu dizisi gibi 19. yüzyıl sonlarıyla 20. yüzyıl başlarına özgü sansas­yonel yapıtlar arasında yer alıyor. Yine o yapıtlarda çok sık rastlanan bir teknikle, gerilim yaratmak amacıyla, hikâye farklı kişiler ağzından aktarılıyor. Böcek, hem bir korku romanının, hem bir aşk hikayesinin, hem de bir dedektif romanının özelliklerini taşıyor. Dr. Jekyll ve Mr. Hyde ve Diğer Fantastik Öyküler: Dr. Jekyll ve Mr. Hyde ve Diğer Fantastik Öyküler, Steven­son’ın üç öyküsünü bir araya getiriyor. Yazarın gördüğü bir rüyadan esinlenerek kaleme aldığı “Dr. Jekyll ve Mr. Hyde”, gotik edebiyatın köşetaşlarından biridir. Biri doktor, diğeri psikopat bir katil, iki farklı ruhu aynı bedende yaşayan bir adamı anlatan öykü, psikiyatrinin temel konularından biri olan kişilik bölünmesi sorununu işler. Bilime hizmet kisvesi altında, para ve iktidar hırsıyla sı­nır tanımayan genç cerrahları anlatan “Ceset Hırsızı” gerçek bir olaydan kaynaklanıyor. “Olalla” ise aşk, gizem ve sömürü motiflerini incelikle bir arada örüyor. Kötülüğün ve özyıkımın insanın doğasında var olduğuna inanan Stevenson’ın öyküleri, 19. yüzyılın baskıcı ortamında, bireyin mutluluğuna da sefaletine de kayıtsız kalan bir dönemin ürünleri olarak şekillenmiştir. Her açıdan köşeye sıkışmış insanın çaresizliğini yansıtan bu öyküler, bölünmüş benliklerin içsel belirsizliklerini estetik düzleme taşır. Carmilla: Gençlik ve yalnızlık, güzel bir kızı doğaüstü güçlerin eline düşürebilir mi? Carmilla genç bir kız ile esrarengiz bir kadının ilişkisi üzerine kurulu bir öykü. Konuk olduğu malikane ve çevresinde kısa sürede dehşetin ve ölümün ikizi haline gelen dişi bir vampirin, edebiyatın ilk lezbiyen vampirinin öyküsü. Konusu, kişileri ve tekniğiyle Bram Stoker’ın Dracula’sı üzerinde azımsanamayacak izler bırakan, sonraları Edgar Allan Poe’nun deneyeceği gotik tarzıyla dikkat çeken Carmilla, çarpıcı ve bir o kadar da kışkırtıcı. Sheridan Le Fanu’nün kadınları, karanlığa eğilimleri ve ölüme yakınlıklarıyla, içimizdeki vampire ayna tutuyor. Lezbiyen aşk, kıskançlık ve cinsel arzunun kıskacında, Carmilla, vampir motifini benliğimizin karanlık sureti olarak yüzümüze vuruyor. Carmilla, gotik vizyonun tekinsiz doğasını bugüne taşıyan örneklerden. Baskerville'lerin Köpeği: “Çorak manzara, yalnızlık duygusu ve görevin gizemiyle aciliyeti, hepsi kalbimi titretiyordu.” Sherlock Holmes’un sağ kolu Dr. Watson, Baskerville Malikane­si’nin gizemini çözmek için gittiği bataklık arazide, duygularını böyle dile getiriyordu. Bugüne kadar yazılmış en büyük suç romanlarından biri olan Baskerville’lerin Köpeği, yine Dr. Watson’un ağzından Sherlock Holmes’a yeni bir tanım kazandırdı: Dr. Watson ünlü dedektifi, suç mahallini incelerken kullandığı yöntem ve araştırma tekniklerine bakarak, “kokusunu aldığı şeyi buluncaya kadar yılmadan koşup duran, iyi eğitimli, safkan bir av köpeği”ne benzetti. Conan Doyle, Baskerville’lerin Köpeği’nde akılla doğaüstü gücün, bilimsel gerçekle batılın, iyilikle kötülüğün zorlu bir savaşta karşı karşıya gelişini dile getirir.   (Tanıtım Bülteninden)  )