Kitap Tanıtımı |
Duygusal ve tensel temas sanatı diye adlandırdığımız aşkı neden bu kadar arzular ve saplantıya dönüştürürüz. İnsani duygularımızın bir yansıması mı yoksa vahşi doğamızın egemen bir parçası mı?
Bunun cevabını insanın doğumuyla başlayan süreci inceleyerek verebiliriz. Doğada birlikte yaşadığımız diğer canlılara baktığımızda, tıpkı onlar gibi üreme dürtüsüyle soyumuzu devam ettirmeyi arzularız; ancak insan yavrusu vahşi doğanların aksine, prematüre olarak doğar ve diğer tüm canlılardan daha uzun süre bakıma ve korunmaya muhtaçtır.
Günümüzde sıradanlaşmış bazı davranış ve duyguların mağara döneminden süregelen bir yolculuğu olduğunu bilmek, hem şaşırtıcı hem eğlencelidir. Tıpkı geniş ve düz bir vadinin ortasında akan ırmağın coşkusunun binlerce yıldır insana hissettirdiği bereket ve yaşamın zenginliğini veya damla şekilli mücevherin göz alıcı ihtişamının ilk çağlardaki savaşçıların taş baltalarından esinlenildiği gibi binlerce ilkel beğeni, davranış ve duyguyu yaşıyoruz...
İşte bizi genetik olarak farklılaştıran, genlerimize şifrelenmiş ve bizlere değerlilik hazzı katan kökeni binlerce yıl öncesine dayanan duygu: Aşktır. Tamamen genlerin belirlediği bir yaşamı insanın salt kendisinin yönlendirdiğini sanması en büyük yanılgısıdır. Kim olduğumuz kiminle birlikte olacağımız, zevklerimiz ve yaşam kalitemiz ve süremiz genlerimizin kodlarıdır; Tıpkı Aşklarımız Gibi... |