Kitap Tanıtımı |
"Matrakçı Nasuh un bir minyatüründe üçgene çalıyor Galata. Üçgn bir tepeye. Dik, engebeli, girintili, çıkıntılı. Sanki İstanbul a özeniyordur, onun gibi körfezler, burunlar, koylar çıkıp, tepeler, vadiler inecektir. Hem bunun için de bir buruna benzemek istemeyecek midir? Hızla uzun, dik yollar geçip, açık kapalı açılar düşünüp, hendekler, surlar kazıp, sonra da birden düşecektir: İncecik gölgeler bırakıp arkasında:
GALATA
diye yazmak için adını. Kendi dilinde"
İlhan Berk in Galata sı ilk kez 15 yıl önce yayımlanmıştı. Berk, kitabını bir kez daha gözden geçirip tüm sesleri, ara ve arka sokakları, eski yeni tüm kokuları ve sakınleriyle Galata sını bir kez daha okurun eline bırakıyor.
1994 yılında, ilk kez İnferno ve Kanatlı At kitaplarıyla başladığımız İlhan Berk külliyatının on ikinci kitabı Galata. Geçtiğimiz aylarda üç ciltte bir araya getirdiğimiz toplu şiirlerine Galata ve Pera kitaplarını almamıştık. Şairin kendisi bu kitaplarını bir metin olarak görmüş ve şiir kitaplarından ayrı tutmayı istemişti. Galat kitabının ilk baskısı 15 yıl önce yapılmıştı. Matrakçı Nasuh'un bir minyatüründen yola çıkan Berk, Galata sınırları içinde yer alan sokakları caddeleri, hanları işlerleri, artık tarih olmuş renkli şahsiyetleri, yazarları çizerleri bankerleri, dükkânları, kokuları ve meyhaneleri ve her şeyiyle Galata'yı adım adım kuşatıyor. Kitabın yazarı şair Berk olunca da, -kendisi her ne kadar bu kitabı bir metin olarak görse bile- kitap ister istemez şiirle kol kola yürüyor. Galata'nın bu üçüncü baskısında İlhan Berk, kitabını bir kez daha gözden geçirip, tüm sesleri, ara ve arka sokakları, eski yeni tüm kokuları ve sakinleriyle onu bir kez daha okurunun eline bırakıyor. Bugüne dek, yeryüzündeki hemen tüm "şey"lerin elinde tutup, şiire çeken Berk; bu yazı ustası, bu kez de sokakların, caddelerin, bir semtin elinden tutup onu yazının içine alıyor. Tekrar tekrar kurulsun, çoğalsın diye.
Tadımlık
Bütün tepeler gibi de dik ve durağan.
Ve biraz dar sol açısı (bu yüzden biraz dışarda kalmamış mıdır Galata kapıları?).
Azap Kapısı Kâğıthane deresini yalıyor.
Yenikapıyla yer değiştirmiş İç Azap Kapısı.
Ve Başhisar iyice içine düşmüş üçgenin: Meyit Kapısını sıyırıyor.
Şişhane önlerinde birden kırılıp birden düzeliyor sol kenar çizgisi
Ve Harip Kapısına gelip çarpıyor.
Kürkçü Kapısı Yelkenci Hana çıkıyor.
İyice uzaklara gidip durmuş Büyükkule Kapısı.
Ya Yağkapanı Kapısı mı? O görünmüyor (ama bir minyatür bir harita değildir, onun için her şeyi neden yerli yerinde aramalı? Değil mi ki önümüzdeki bir resimdir, öyleyse bir resme baktığımızı bilelim).
Belli ama Matrakçının Ey Kapılar! deyip kapılardan çizmeye başladığı Galatayı (ki çok yalnız yaşadı biliyoruz ve çatkılı çivit hırkalı pazen urbaları sevdi). Hem bilir ki Galata demek biraz da kapılar demektir. Bunun için de bir bir sayacaktır Galata kapılarını içinden, hep içinden:
Birinci kapı Meyit Kapısıdır; Kasımpaşa Tersanesine çıkar; ikinci kapı Azap Kapısıdır güneye bakar; üçüncü kapı Kürkçü Kapısıdır ki sessiz bir kapıdır o da güneye bakar; dördüncü Yağkapanı Kapısıdır; beşinci kapı ki denize çıkar Balıkpazarı Kapısıdır; altıncı kapı Karaköy Kapısıdır; yedinci Kurşunlu Mahzen Kapısıdır; sekizinci ki ezik bir kapıdır Kireç Kapısıdır; dokuzuncu Tophane Kapısıdır; onuncu Küçükkule Kapısıdır; on birinci ki yalnız bir kapıdır Büyükkule Kapısıdır ve hiçbir yere bakmaz.
Ya adı Meçhul kapılar mı? Onlar minyatüre vurmuyor.
Çok koyu gölgeler düşürdüğünden anlıyoruz Azap Kapısından başladığını üçgeni kurmaya (hem en çok sevdiği kapı da o değil midir? Öyleyse biz de oradan başlayacağız okumaya resmi, dışlayıp Eyüpü, Kasımpaşayı, Perayı. Madem konumuz Galatadır).
Üçgenin sağ kenar çizgisine geçmeden, Galata Kulesini bir daire içine alıp bıraktığı belli. Oraya en sonra geleceğim! mi diyor?
Öyle ya kabataslak da olsa önce Galatanın sınır çizgilerini koymalıdır.
Öyle yapıyor.
Yavaşça sağ kenar çizgisinin elinden tutuyor. Tutup deniz kıyısına iniyor.
İnip orda kalıyor.
Artık ordan, ordan bakacaktır. Hızla alt kenar çizgisini çizip. Kulelere, surlara, burçlara, mazgallara geçmeden, sıralayıp bir bir hepsini.
Dizer gibi bir ipe.
Azap Kapısı Camisiyle Kılıç Ali Paşa Camisini onun için işaretleyip bırakmıyor mu?
İki sınır taşı gibi. Yalın. Som.
Karaköy önlerinde mi şimdi de? Öyle olmalı.
Ordan adımlamaya başlamayacak mıdır Galatayı?
Öyleyse?
II
Bir deniz feneri gibi işaretleyip bırakmış Balıkpazarı Kapısını.
Ve birden iç ve dış kapılara geçmiş (birden diyoruz çünkü Galata Kulesine geçtiği belli, değil mi ki Galata Kulesi asıl o ağır basacaktır, onu sevse de sevmese de ilkin oraya atacaktır kancasını). Hem ordan, hep ordan aşağılara, ta aşağılara iki koldan inmeyecek midir? Böylece de ilk ağızda nice nice ayrıntıyı atıp (ayrıntılar ne denli gerekli olsa da) Galata Kulesini baş köşeye oturtmayacak mıdır?
Hem başka türlü büyük ağırlığı ona nasıl verebilir?
Evet, büyük ağırlığı Galata Kulesine veriyor. Kalın bir çizgi çizip ve bastıra bastıra işaretleyip Haliçi ve Boğazı. Bu kardeş iki eski suyu!
Ve Arap Camisine çıkıyor. Hem nerden bakarsak bakalım dört yandan önümüze o çıkmıyor mu, sırtlanıp koca bir tarihi? (Burda bu ayracı açmam hoş görülmelidir. Bu satırların yazarı Arap Camisinin tarih demek olduğunu bildiği için 1982 yılı 18 Mayıs Cuma günü elinde kalem kâğıt ne zaman onlarsız yola çıkmıştır ki burasını tavaf etmiş, bir uludan, cami üstüne nice nice efsaneler dinleyip ve bir kolunda Mekkeli kervan sürücüsü Muhammed, bir kolunda da mavi gözlü İsa, önünde de uzun yüzlü nedense uzun yüzlü Arap casuslarıyla çıkmıştır. Demem şudur ki kadim bir camidir ve bir dış haremli ve yüksek minarelidir ve iç surları yalardır resimdeki gibidir. Minyatürde Yelkenci Hana vuruyor gölgesi, aşağılarda, ta aşağılarda. Ve koşut bir çizgi çizip kendini Tersane Caddesine bırakıyor.)
Arap Camisini orda bırakıp, Kürekçi Kapısına iniyor. Galata bedestanıyla tokuşup ve Rüstem Paşa Hanına ki esmer bir handır, deniz görür çıkıyor, arkasını Yağkapanı Kapısına verip ve büyük bir boşluk bırakıp önünde. |