Kitap Tanıtımı |
"Bu kitap çağdaş felsefenin en yararlı kitabı haline gelecektir, çünkü okuru sayaçlarını sıfırlamaya, ve düşüncenin durmadan daha çok beslendiği kaos karşısında, kendi "zar atımını" denemeye çağırıyor. Düşünceyi, direniş gücünün en güvenilir göstergesi olan şen ciddiyetiyle kendi sınırlarına doğru götüren, açık, yoğun ve zor; bizatihi açıklığı, çembersi mantığı, sarmal gelişimi yüzünden zor bir kitap."
-Raymond Bellour- (Magazine Litteraire)
Tadımlık
1. Bir Kavram Nedir?
Basit kavram yoktur. Her kavramın bileştiricileri vardır ve bunlar aracılığıyla tanımlanır. Şu halde her kavramın bir şifresi vardır. Her çoğulluk kavramsal olmasa da, o bir çoğulluktur. Tek bir bileştiricili kavram olmaz: birinci kavramın bile, bir felsefenin "başladığı" ilk kavramın bile, birçok bileştiricisi vardır, zira felsefenin bir başlangıcı olması gerektiği kesin değildir ve de eğer bir başlangıç belirleyecekse, buna bir bakış açısı ya da bir neden eklemek zorundadır. Descartes, Hegel, Feuerbach aynı kavramla işe başlamadıkları gibi, aynı başlangıç kavramını da kullanmazlar. Her kavram en azından çifttir, üçlüdür, vb. Aynı şekilde bütün bileştiricileri içeren kavram da yoktur, zira bu düpedüz bir kaos olurdu: sözümona nihai kavramlar olan tümeller bile onları açıklayan bir evreni çevremleyerek (temaşa, düşünüm, iletişim...) kaostan çıkmak zorundadırlar. Her kavramın, bileştiricilerinin sayısıyla tanımlanmış, düzensiz bir çerçevesi vardır. Bu nedenle, Platon'dan Bergson'a kadar, kavramın eklemleme, kesip çıkarma ve yeniden kesme işi olduğu düşüncesiyle karşılaşırız. Bileştiricilerini tümlediği için bir bütündür kavram, ama parçalı bir bütündür. Ancak ve ancak bu koşulladır ki, kavram, durmadan onu gözetleyen, onu bir daha emmek için durmadan ona yapışan, zihinsel kaostan çıkabilir. Bir kavram acaba hangi koşullarda, mutlak olarak olmasa da, bir başkasına kıyasla, ilktir? Örneğin başkası kavramı bir ben'e kıyasla zorunlu olarak ikincil midir? Eğer öyleyse, bu, onun kavramı bana kıyasla özel bir başkasının --kendini bir nesne olarak sunan özne-- kavramı olduğu ölçüde öyledir: iki bileştiridir bunlar. Gerçekten de, eğer onu özel bir nesneyle özdeşleştiriyorsak, başkası, bana belirdiği şekliyle, daha şimdiden öteki özneden başka bir şey değildir; ve eğer onu başka bir özneyle özdeşleştiriyorsak, bu kez ben ona göründüğümce başkası olurum. Her kavram, onlarsız anlam taşıyamayacağı ve onların da ancak çözümleri üzerinde yol alındıkça ortaya konabileceği ya da anlaşılabileceği bir soruna, sorunlara göndermede bulunur: burada öznelerin çokluğunu, ilişkilerini, karşılıklı tanışmalarını ilgilendiren bir sorunun içindeyiz. Ancak başka bir sorun keşfettiğimize inanıyorsak elbette her şey değişir: öteki öznenin bana özel nesne olarak göründüğünde gelip de yalnızca "işgal ettiği" zaman, ve de sonra benim ona göründüğümde özel nesne olarak gelip işgal ettiğim zaman, başkasının konumu ne olacaktır? Bu açıdan bakıldıkta, başkası hiç kimse değildir, ne öznedir ne de nesne. Başkası olduğu için birçok özne vardır, tersi değil. Başkası, o zaman, özel nesnenin, öteki öznenin ve benim kaynaklanacağımız, a priori bir kavram talep eder, tersi değil. Kavramların doğasınca, kavramların yanıtlamak zorunda oldukları sorunlarca, düzen de değişti. Bilimdeki bir sorunla felsefedeki sorun arasında ne fark olduğu sorusunu bir yana bırakıyoruz. Ancak felsefede bile kavramlar, iyi algılanmamış ya da ortaya iyi konmamış oldukları düşünülen sorunlara bağlı olarak yaratılırlar (kavramın pedagojisi). Özetleyerek ilerleyelim: bir ben'e kıyasla değil de basit bir "... var"a göre gerçek dünya gibi ele alınmış bir deney alanı düşünüyoruz. Falanca anda, sakin ve dinlendirici bir dünya var. Birden, görüş alanı dışında birşeylere bakan dehşet içinde bir surat peydahlanıyor... Burada, başkası ne bir özne gibi ne de bir nesne gibi beliriyor, ama olabilir bir dünya, dehşet verici bir dünyanın olabilirliği şeklinde ortaya çıkıyor, bu da hepten farklıdır. Bu olabilir dünya gerçek değildir, ya da henüz değildir, ne ki bu yüzden varolmadığını söyleyemeyiz: yalnızca kendi ifadesinde varolan bir ifade-edilmiş'tir bu, surat ya da bir surat muadili şey. Başkası, her-şeyden önce olabilir bir dünyanın bu varoluşudur. Ve bu olabilir dünyanın da, olabilirliği ölçüsünde kendine özgü bir gerçekliği vardır kendi kendisinde: olabilir olana o haliyle bir gerçeklik kazandırmak için ifade edenin konuşması ve "korkuyorum" demesi yeterlidir (sözleri yalan bile olsa). "Ben" öznesinin, dilbilimsel işaret olarak başkaca anlamı yoktur. Kaldı ki, vazgeçilmez de değildir: Çin olabilir bir dünyadır, ama çince konuşmaya başlandığı anda, ya da belli bir deneyim alanı içinde Çin'den söz edildiği anda, bir gerçeklik kazanır. Bu, Çin'in bizatihi deneyim alanına dönüşerek kendi kendini gerçekleştirdiği durumdan çok farklıdır. İşte, koşul olarak duyulur bir dünyanın belirlemesinden başkaca hiçbir şey öngörmeyen bir başkası kavramı o halde... Bu koşul altında başkası bir olabilirin ifadesi olarak peydahlanıyor. Başkası, onu ifade eden bir suratta varolduğunca bir olabilir dünyadır ve ona bir gerçeklik veren bir dil aracılığıyla tamamlanır. Bu anlamda, biribirinden ayrılmaz üç bileştiricili bir kavramdır: olabilir dünya, varolan surat, gerçek dil ya da söz. Elbette, her kavramın bir tarihi vardır. Şu başkası kavramı Leibniz'e, Leibniz'in olabilir dünyalarına ve dünyayı ifade ediş olarak monad'a gönderme yapar; ancak sorun aynı sorun değildir, çünkü Leibniz'in olabilirleri gerçek dünyada varolmakta değillerdir. Aynı kavram, önermelerin kipsel mantığına da göndermede bulunur, ama önermeler olabilir dünyalara, onların hakikilik koşullarına uyan gerçekliği kazandırmazlar (Wittgenstein bile dehşet ya da ızdırap önermeleri tasarladığında, bunlarda bir başkası konumunda ifade edilebilecek kipsellikler görmez, çünkü başkasını bir başka özne ile bir özel nesne arasında kolan vurmağa bırakmaktadır). Olabilir dünyaların uzun bir tarihi vardır (1). Kısaca, her kavram için her zaman bir tarihi vardır diyoruz, bu tarih zigzaglar çizse de, gerektiğinde başka sorunların içinden ya da çeşitli düzlemlerin üzerinden geçse de... Bir kavramın içinde, çoğu |