Kitap Tanıtımı |
Abartılı, kelimelerle süslenmiş, yazarın kendine tapınması hâline dönüşmüş bir dil tarafından kuşatılmayı bekliyorsanız yanılıyorsunuz. Ömer Faruk Açıkgöz, bu kitabı kimseye en iyi olduğunu söylemek için yazmamış. Belki de bu yüzden, kitabın içindeki her şeyi hayatın tüm basitliğini eğip bükmeden anlatma şansı bulmuş. Yine, belki bu yüzden, Açıkgöz'ün kitabı kendi içinde insana bir seçenek sunuyor. Etrafına bakma ve onu yorumlama özgürlüğünü anımsatıyor.
Olan bitenle kavga eden bunca insanın olan bitenle kavgasını kayda geçme cesaretini arttırıyor. Çünkü, basit hayatlarımızın karmaşık dengeleriyle kavga etmek, yazıüzerinden oldukça mümkün bir iş. Açıkgöz, etrafındaki suni dengeleri olduğu gibi kabullenmektense, hem o dengelerin içerisindeki yerine dair olabildiğince dürüst, hem de safça hayal etme dürtüsünden hiç uzaklaşmıyor.
Aslına bakılırsa bir 'anti-kahramanlar' çağındayız. Açıkgöz, sıradanın yaşamında Arendt'in bahsettiği 'kötülüğün sıradanlığı' ile belki de De Certau'dan anımsayacağımız 'sıradanın yarattığı o minik direniş pratikleri' arasında bir yere koyuyor anlatısını. Tam da bu yüzden, simitçiden benzinciye, polisten savcıya farklı meslek gruplarıyla karşılaşmalarından bu kadar keyif alıyoruz. Çünkü biliyoruz, yazarın direnen bir tarafı var; üstelik direnmeye hiç de gerek görmediğimiz bazı anormalliklere direnen. O yüzden fikirlerin art arda gidip geldiği birçok kitap arasında bu kitabın iddiasışu olabilir: Bir şey söyleme hakkının kimsenin tekelinde olmadığı; ama birşeyi söylemenin de cesaret gerektirdiği.
Açıkgöz, sıradan yaşamların cesur adımlayanlarından biri. Sıradanın tam ortasından büyük değişimlerin çıktığıülkede vasatın ortasında bir çatlak açmayı hedefliyor. Başarıyor da.
-Sırrı Süreyya Önder- |