Kitap Tanıtımı |
Söğüt ağacının gölgesinden aydınlığa çıkan yola gözleri daldığında, çıplak ayakları yeni doğuşu hissetmişti. Elini uzatırken sararan, kopan ve ardından düşen yaprağa; buruk bir acının kavruk sızısı belirmişti yanaklarında. Sona geldiğini anımsamak, yıkımlar getirmemişti. Son bir kez gökyüzüne dalıp giderken, en derin nefesini çekmişti ciğerlerini patlatırcasına Ve kendini sonsuz bir belirsizliğe bırakmıştı Evet nihayet sonsuzluk olmuştu artık, elini uzatırken söğüdün dalına
Ne kadar ağlamak gerekirdi; sona ermek için? Ya da ne kadar gülmek? Görüyordu işte!.. Sona geliyordu. Bitiyordu yaşam, başlıyordu sonsuz düşler. Geride kalmıştı kederler, ileride umutlar vardı şimdi. Avuçlarındaydı artık aşkın son çırpınışları/sarsıntıları/sall antıları
Olmasaydı canında, canını kanatan düşler. Sonrası ne hoş olurdu, gerisi bomboş Cana, can katan aşklar yaşamalıydı artık. Başarmalıydı bunu. Çırpınan/sarsılan/sallanan aşkları bir nefeste üfleyip yok etmeliydi. Ve sonra kalan saf masumiyeti içine çekmeli, iliklerine kadar hissetmeliydi.
Ne bir yalnızlıktan kalma his, ne de kekremsi bir tat artık yok olmak. Şimdi sonsuzluğa ermek için sonsuzluğa açılan bir penceredir, son. Yok olmamaktır, son olmaktır son.
Karalamak, yüzlerce kez yaralamaktır, yazılmış nice destansı aşkları / meşkleri / yaşanmışlıkları.
Kaç dostumuz var hayatta? Kaç kitabımız? Kaç aşkımız? Kaçını koruyabiliyoruz, sonsuz bir hızla sona yaklaşırken yaşamımız? |