Kitap Tanıtımı |
Bir şehri anlamak, bir insanı anlamak gibidir; bir şehri anlatmaksa bir insanı anlatmak... İnsan ne kadar açığa vursa da kendini, küçük bazı kırıntılar saklar içinde, küçük gizler... Şehirler de öyle; açıkta, ortada duruşları yanıltır bakanları, şaşırtır. Hele bu şehir, İran ile Anadolu`yu, Mezopotamya ile Kafkasya`yı birbirine bağlayan ana yolların kesiştiği yerde kurulmuş ve 9000 yılı aşkın bir geçmişe sahipse, üstüne üstlük sürekli hakimiyet mücadelelerine sahne olmuş bir merkezse... Yani Diyarbakır`sa...
Diyarbakır, Asur, Urartu, Pers,Roma, Bizans, Arap, Selçuklu, Osmanlı diye kaba bir bakışla sıraladığımız bir dizi elden ele geçişlere karşın, şahsiyetine dokunulmasına izin vermemiş. Surlarla çevrili oluşu, çağımızın olanca yıkımına, yok ediciliğine karşın onu bugünlere taşımış, korumuş. Dokunulmamış, dokunulsa bile inciltilememiş bir şehir olarak saklamış kendini. "Müze Şehir" oluşu bundan...
Diyarbakır, çok eskiden beri, bulunduğu konumdan dolayı kazandığı önem yüzünden, hakkında çok yazılıp çizilmiş bir şehir. Diyarbakır: Müze Şehir, böyle bir eski şehir için hazırlanmış, adlı aynaya bakan bir yüzü anımsatan bir kitap oldu. Ne tam bir yıllık, ne tam bir monografi; ama biraz biraz hepsi... Tarih, arkeoloji, sanat tarihi, folklor, biyografi, toplumsalyapı, kaynakça derken ortaya çıkan varlık, şehri bütünüyle olmasa da kuşbakışı örten bir şemsiyeye benzedi.
Diyarbakır`dan yetişen şair ve yazarlar, araştırmacılar şehirlerine özel bir ilgi göstermişlerdir. Diyarbakır üzerine kaleme alınmış makale ve kitapların çoğu buradan yetişmiş yazarların eseridir. Bunlar, güzellikleri yanında duygusallıkları da olan verimlerdir. Ama dışarıdan bir gözle yazılmış Diyarbakır kitaplarının sayısı da az değildir ve Diyarbakır biraz da bunlar sayesinde adını dış dünyada duyurmuş olmalıdır...
(Sunuş`tan) |