Kitap Tanıtımı |
Muhafazakâr sanat tartışmasını kuşkusuz yeniden alevlendirecek olan bu sayımızda söyleşi, şiir ve yazılarıyla yer alan isimler şunlar: Haydar Ergülen, küçük İskender, Fernando Pessoa, Ahmet Oktay, Hilmi Yavuz, Ataol Behramoğlu, Sennur Sezer, Nemciye Alpay, Murat Belge, Hami Çağdaş, Zehra İpşiroğlu, Serdar Koçak, Tahir Abacı, Sami Baydar, A. Hicri İzgören, Cenk Gündoğdu, Emel İrtem, Hazal Uzuner, Zeynep Köylü, Betül Tarıman, Cihan Oğuz, Oğuz Özdem, Betül Dünder, Nihat Bayat, Mesut Aşkın, Cengiz Kılçer, Cüneyt Uzunlar, Özcan Erdoğan, Mehmet Akif Ertaş, Selahattin Yolgiden, Veysi Erdoğan, Engin Özmen, Abdullah Şevki, Barış Asutay, Ayten Mutlu, Gökhan Arslan, Dücane Cündioğlu, Merve Balcı, Gül Yıldız, Neşe Düzel, Ali Ayçil, Alper Gencer, Arife Kalender, Eren Aysan, İsmail Mert Başat, Oktay Taftalı, Onur Caymaz, Vural Bahadır Bayrıl.Sanatın muhafazakârlıkla imtihanıŞiirin kadimliğini işaret etmek için hemen her daim 'önce söz vardı' demeyi ihtiyaç hissederiz. Plastik sanatlarda benzer bir tartışma olduğunda ilk insanların yaptıkları desenlere, resimlere vurgu yapılır ve 'önce resim vardı' denir. İş, sahne sanatlarına geldiğinde Aristo'nun Poetika'da döne döne anlattığı ve ilk söze başladığı yer taklitten başka bir şey değildir: 'Epos, tragedya, komedya, dithrambos şiiri ile flüt, kitara sanatlarının büyük bir kısmı, bütün bunlar genel olarak taklittir.' Tüm sanat disiplinleri kendi biricikliğini ve köklülüğünü ilklikle açıklamakta bir beis görmez. Buradan da şunu anlıyoruz ki insanlık tarihiyle yaşıt olan sanat, bugün modernizmle birlikte ayrışıp birbirinden ne kadar uzaklaştıysa geçmişte birbirinden ayrı düşünülemeyecek kadar bir bütündü. (Günümüz sanatı, bırakın halkı sanatçılarının bile anlayamayacağı bir noktaya gelmiştir. Disiplinler birbirinden ayrı gelişirken sanatçıların bu değişime uzak durmaları bir noktada anlaşılmamayı dayattı desek yeridir. Bugün bir resme bakan şair ne anlıyorsa bir şiiri okuyan ressam da onu anlıyor. Sanat ortamı birbirini duymayacak kadar birbirinden uzaktan dünyaya bakıyor.) Varolduğu ilk andan itibaren ürettiği sanat her daim başına bela olan insan bundan hiçbir zaman bedeli ne olursa olsun vazgeçmemiştir. Bu ısrara bir bedel olarak tasarlanan ödül de ceza da buradan doğmuştur. Eski Yunan'da sanatın öneminin farkında olan erk; sanata yön vermek, halkı yönetime itaat ettirmek ve kurallarına uyulmasını sağlamak için oyunlara ödüller vermiştir. En çok önemsediği; tanrılara karşı gelenin ceza alması, zor durumda kalması, acı çekmesi ve kurallara uyanın mutlu olduğu tragedyalardır. Sahnede gördüğüyle kendi hayatını mukayese eden insan, vicdanı ve aklıyla yasalara uymanın ve kurallara karşı gelmemenin önemini(!) anlar. Sanatla hayata yön veren bu yöntem Hıristiyanlığın doğuşundan itibaren Kilise için de geçerli olmuştur. Kiliseye dini hikâyeleri, uygun müzikle anlatması için sanat davet edilmiştir. Dinin, müsaade ettiği sınırlar içinde yapılan bu sanat boyunduruğundan da uzun süre çıkamamıştır. Özgürlüğünü ilan ettiği yerde Kilisenin de karşısında olmuştur. Sanatla Müslümanlığın ilişkisi maalesef her daim mesafeli olmuştur. Bu da bizim, dünyaya her daim geriden bakmamıza sebep olmuştur. En yumuşak haliyle Müslümanlığın sanatla kurduğu serin ilişki onun gücünden başka bir şey değildir. Bugün coğrafyamızda da hüküm süren bu serinliğin, modernizmle birlikte kırılsa da iktidar ne zaman gücünü göstermek istese ilk önce sanatı hizaya sokmak istemesinden bitmediğine tanık oluyoruz. Sanatın ve sanatçının gücü sanıyorum ki bilinmese ne Eflatun'un Devlet'inde ne de Kuran'da cezalı ve tehlikeli durumunda gösterilir. Sanat, iktidar için her daim kollanması, kontrol altında tutulması aksi halde başına bela olabilecek bir pratik olarak hissedilmiştir. Bu sebeple; karşı duran, kabına sığmayan sanata tümzamanlar boyunca şekil verilmek arzusu ile yanıp tutuşulmuştur. Dünden bugüne sanata yaklaşımı değişmeyen iktidar, hemen her şeyi yönetme ve kontrol altında tutma arzusu karşısında sindirtemediği ve yok edemediği tek canlılığı şekillendirerek onu kendine benzeterek siyasetinin malzemesi yapmak, kendi 'estetiğini' üretmeye zorluyor. Ama gözden kaçırılan şu ki sanatın emir eri olmaması. İşte emir eri olmayan sanata; talimat yağdırılıyor, ona ait olmayan bir elbise giydirilmek isteniyor. Sanatın, gücünü hayattan idaresini ise yalnızca kendisinden aldığı, kurallarını kendi koyup kendi yıkan bir yapı olduğu hep yadsınıyor.Sanat devinimdir, harekettir ve yeniliktir. Bugünlerde yan yana getirilmeye çalışılan muhafazakârlık ise durağanlığın, korumacılığın işaretidir, en yumuşak hali ile. Duran ve korumayı öngören bir kavram ile sürekli yeniliği, yıkımı kuralsızlığı öneren bir pratiğin yan yana gelmesi abesle iştigalden öte bir şey değildir. Sanat, benzeri pek çok baskıyı ve şekillendirme projelerini yırtıp geçtiği gibi bu imtihanı da kendi sınavını yaparak geçecektir. Sanat, sadece kendi kurallarını koyan ve yeri geldiğinde onu yine kendi içi işleyişiyle yıkan bir müdahaledir. İnsana yol, yön vermeyi geçen onun üzerinde toplum mühendisliği çalışması yapan bir anlayış şimdi sanata da aynı yöntemle yaklaşmaya kalkıyor. Sanat kendini muhafazakârlaştırmak isteyenleri bir büyük kalkışmayla imtihan edecek güçtedir. İktidarın dersini ezber edip diz kırıp oturacak ve ders zilini bekleyip teneffüse çıkacak biri değildir sanat. Sanatı siyasetin belirlediği totaliter koşullar dünyanın neredeyse en ilkel toplumlarında dahi ortadan kalkmışken bizde ara yollarla, oyunlarla dayatılması akılla izah edilecek bir şey değil. Bizi primitif koşullarına davet edenlere, sanatta ayıbı aramaya çalışanların ayıbını yine sanat; cesaretiyle onları ve ahlak bekçiliğe dönüştürmek istedikleri anlayışlarını zamanın dışına atarak gösterecektir. Bu çağda muhafaza edilecek para ya da sanat yerine tek değer insanı merkeze alan bir dünya ve üretim ilişkilerinden başka nedir?Baskı Yılı: 2012Dili: TürkçeYayınevi: İkaros Yayınları) |