Kitap Tanıtımı |
Kurumsal Yapıların Dışındaki Dinsellik, Sembolik Değer Sistemleri: Yeni Çağ Akımı'nın Kökenleri, Popüler Dinsellik Çalışmalarına Bir Giriş Denemesi
-Uğur Kömeçoğlu-
Eleştiri
Oğuz Atay Nerede?
-Necati Polat-
Aykırılıklar
Filozofun İmzası: İz, Takipçi ve Köken Üzerine
-Mehmet Şiray-
Zizek'deki "Boşluk" Lacan'daki "Keyif"
-Özgür Taburoğlu-
Richard Rorty'nin Liberalizmi Üzerine
-Koray Tütüncü-
Rawls'un Adalet Teorisinin İdeolojik Sınırları Üzerine Bir Eleştiri
-Armağan Öztürk-
Gilles Deleuze'ün Düşüncesinde Göçebelik ve Virtüellik
-Süreyya Su-
Nihilizm Çağında Bir Ahlâk ve Politika Filozofu Olarak Nietzsche'nin Önemi
-Derda Küçükalp-
Fotoğraf Arkası
Transgresyon ve Fotoğrafta Aşırılığın Estetiği: Witkin ve Serrano
-İlknur Gürses ve Dilek Takımcı-
Portre
Kurtuluş Kayalı'da "Bir Direnç Kalesi Olarak" Yerlilik ve Yerliliğin Dönüşümü
-Rafet Uçkan-
Kenz
İkinci Dobretsberger Dosyası: Marjinalizmin Marjinal Yorumu ya da Carl Menger'in Felsefi Temellerine Farklı Bir Bakış
-Özgün Burak Kaymakçı-
Dostlarla gerçek bir sohbetin arayışı içinde oluruz çoğu zaman. Üzerimize çöken yığınla şeyi hafifletmek ve bir nebze olsun avunabilmek için. Mutlu yaşamın elde edilebilir bir nesnesi olamayacağı gibi bir sohbetin de ne zaman geleceği kestirilemez. Özlemini duyurur ve sessizce gider. Sohbet ile bizi esir alan zincirlerden kurtulmak isteriz. Söyleyemediğimiz şey dilimizin ucuna geldiği andan itibaren bu zincirler de ufak ufak kırılır ve bir sohbet başlamış olur. Özgürlüğü sözcüklerde deneyimleriz. Bir akla göre tasnif edilmiş sözcükler bilinmekten çok hissedilmenin aracıdır. Hakikat duygusundan çok hakikatler arasındaki boşluklarda gezinmeyi severiz. Yitirilenin ne olduğunu anlamaya çalışırız. Her sohbet yitirilenin ne olduğunu anlamak için vardır. Bir şeyi elde etmek ve kazanmak amacıyla yapılan bir konuşmaya sohbet diyebilir miyiz? Bu en naif tutumuyla bir görüşme, bir davranış biçimidir. Bir dizi bazı yanıtların üretilmesidir. Oysa bir sohbette daha fazlası beklenir. Paylaşırken yitirileni paylaşırız, kazanılanı değil. Dert ile iletiriz bunu bir başkasına. "Ne uzun zaman oldu!" diye bir dostumuza yakınırken günlük konuşma mecburiyetlerinin ötesinde varlığımızın "sen" olmadan hep suskun kaldığını söyleriz.
Bir sohbette sen ve ben eşit olarak dağılmıştır. Sen ve ben gayri iradi olarak birbirleriyle yer değiştirir. Fark etmeyiz bile bunu. Sen, benin tüm sorumluluğunu üzerine almıştır. Hoşlukla, iltifatla benin ağır yükünü omzuna alır. Yanılgılarına renk katar, güçsüzlüğünü giderir, teskin eder onu. Karşımda ben olmuş bir seni görürüm. Bu geçişteki incelik öylesine karşılıksız, öylesine teklifsizcedir ki tüm hesap ve kitapların arasında bir an dostluktaki bu cömertliği görünce şaşırıp kalırız. Hayret ederiz, sen ve ben bu oyunu nasıl oynayabilir diye? Ve yazık bana ki, bendeki senin sevincine tam ortak olamadım! Sessizlik ve sözcükler arasındaki boşluklar bile bir sohbeti kesmeye yetmez. Ne zaman ki sen kendi yurduna çekildiğinde ve ben küçük hücresine döndüğünde bir sohbet de son sözlerini söylemiş olur.
Felsefenin tüm varlıklarla bir söyleşi gereksiniminden doğduğunu anımsayalım. Bir bitkinin toprakta kök salışından, sonsuzluğun hayâl edilişine dek bu etkinlik varlıklarla kaynaşma bilincini ilke edinmişti. Var olma duygusu, şimdi ve burada bulunma halidir. Felsefe, belirli bir dinleyici kitlesinin önünde ve bir çevrede muhataplarına bu bilinci aşılamanın bir yoluydu. Sokrates'in mutluluğu ve bilgelik aşkı hep dostları ve öğrencileri arasında, onlarla birlikte olmaktı. Soru ve yanıtlarla ilerleyen yöntemi, sözcükleri boşlukta bırakan ironisi, hakikatin ne olduğunu ilk başta bildirmekten kaçınan tavrı bir kez daha anımsanmalıdır.
Modern çağın düşünürleri bir anlamda felsefe tarihine en yabancı kişilerdir. Bu halkanın bir parçası olarak kabul edilseler de... Entelektüel, bir "çevre"yi oluşturan unsurlardan adım adım kopmuştur. O tüm çevresini yitirmiştir. Etrafı temaşa ettiğinde ise, insanların, canlıların, doğanın ve tanrının hiç de birbirlerine sen ve ben diye seslenmediğini görecektir. Elbette gelinen noktada tüm günah onun sırtına yüklenemez, bu daha çok zamanın aldığı renk ve tercih edilen yaşam tarzlarıyla ilgilidir. Artık entelektüel, bu yersiz yurtsuz iklimde aykırılıklarıyla öne çıkmak zorundadır. Sınırlardaki yaşamın savunmasızlığı içinde ayakta tutabilecektir kendini. Son yüzyılda bu sınırları aşındıran söylem düzeyinde ne çok ölümcül kavram üretildi: yok sayan, hiçliğe yatkın, uçurumun kıyısında gezinen... Bu kavramlar geçmişin iyilik yuvalarından birer birer kapı dışarı edildi; ama marjinal kılınıp, aykırılaştırıldığı ölçüde de meşruiyet arayışlarına girdi.
"Marjinal Sohbetler" bu sohbet talebinin bir devamı... Sınırlara biraz daha yaklaşabilme isteği... Bir sohbette olduğu gibi önceden hiçbir şeyin belirlenmediği, doğal hali içindeki bir akış... Kuşkusuz bu söyleşilerimizi, sen ve ben arasındaki dostane teklifsizlik içinde, gelecek sayılarımızda da sürdüreceğiz. |