Dil Hapishanesi; Yapısalcılığın ve Rus Biçimciliğinin Eleştirel Öyküsü
ISBN 9789750803819
Yayınevi Yapı Kredi Yayınları ( YKY )
Yazarlar Fredric Jameson (author) | Mehmet H. Doğan (translator)
Kitap Tanıtımı Dil Hapishanesi, yeni başlayanlar kadar uzmanlar için de albenisi olan bir kitap. Uzman olmayan okurlar, Rus Biçimciliği ve Paris Yapısalcılığının karmaşık sırlarının akıcı bir şekilde değerlendirildiği bir giriş kitabı okuyacak; konunun uzmanları ise bu kitabı iki nedenden ötürü okumaya değer bulacak: birincisi, Jameson hem Biçimciliğin, hem de Yapısalcılığın hatalı altyapısını bir cerrah kararlılığıyla ortaya koyuyor, ama aynı zamanda, bu altyapının hakkını da veriyor; ikincisi, Jameson'ın ayrıntılı incelemesi, Yapısalcılıkla Marksizm arasındaki karşıtlıkları ve kesişme noktalarını açığa çıkarıyor. Fredric Jameson Dil Hapishanesi'nde Yapısalcılığa ve Rus Biçimciliğine genel bir bakışla yaklaşmakla kalmıyor, bu iki akımın temel metodolojilerine önemli bir eleştiri de getiriyor. Tadımlık Düşünce tarihi, onun modellerinin tarihidir. Klasik mekanik bilimi, organizma, doğal ayıklanma, atom çekirdeği ya da elektronik alan, bilgisayar: Bunlar, önce doğal dünyayı anlamamızı düzenlemede kullanılmış, daha sonra da kendilerinden insan gerçekliğini aydınlatmaları istenmiş şeylerden ya da dizgelerden bazılarıdır. Herhangi bir modelin ömrü önceden kestirilebilir bir düzenlilik gösterir. Başlangıçta, yeni kavram, yeni enerji nicelikleri ortaya çıkarır, bir yığın yeni algıya ve buluşa izin verir, yeni bir boyutta yeni sorunların ortaya çıkmasına neden olur, bu da oylumlu bir yeni çalışma ve araştırma ile sonuçlanır. Bütün bu başlangıç aşaması boyunca modelin kendisi sabit kalır, çünkü büyük bölümüyle, yeni bir evren görüşünün elde edilip listelenebileceği bir aracı görevini görür. Modelin tarihinin düşüş yıllarında, modelin yeniden düzenlenmesi, inceleme nesnesiyle yeniden aynı çizgiye getirilmesi için nispeten uzun bir zaman gerekir. O zaman araştırma, modelin yetersizliğinin giderek sürükler gibi olduğu yanlış sorunlar ve ikilemlerden tedirgin olup, pratik olmaktan çok kuramsal olma, yeniden kendi önvarsayımlarına (modelin asıl yapısına) dönme eğilimini gösterir. Örneğin, eter ya da ortak bilinç akla gelir burada. Sonunda model bir yenisiyle değiştirilir. Bu önemli olay, bu kitabın ilgilendiği düşünürlerin bazılarınca bir tür mutasyon (bu da bir modelin tamamen farklı bir inceleme alanına eğretilemeli uygulamasının kusursuz bir örneğini oluşturur) olarak betimlenmektedir. Gerçekten de, böyle bir yer değiştirmenin, her zaman bir tek devrimci deneyim ya da bir tek özgün çalışmanın yayımlanması kadar açıklıkla tarihlendirilemezse bile, mutlak bir kesilmeyi, kopmayı, mutlak bir sonu ve o zamana kadar benzeri görülmemiş bir şeyin başlangıcını belirlediği kesindir. Öyle görünüyor ki, yeni olan, bilinçli olarak da hazırlanamaz, ya da, eski paradigmadan mutlu olmayanların, düşüne taşına, bütün kumaştan yeni bir paradigma çıkarmaları da mümkün değildir. Bir tek kıvılcımla Romantik felsefeyi ve ondokuzuncu yüzyıl bilimsel düşüncesini ateşlemiş olan "prototip olarak organizma" kavramının, yani organik modelin tarihi böyleydi. Organizma kavramının yararı, artsüremlilik ve eşsüremlilik alanlarının onda canlı bir bireşim bulmalarında, ya da henüz birbirinden ayrılmamış olmalarındadır, çünkü gözlemcinin dikkatini eşsüremli yapıya (değişmiş ve evrimleşmiş olan, artık organizmanın kendi yaşamında birbiriyle birlikte varoluşları ile anlaşılacak olan organlar) çeken, artsüremli olandır (organizmadaki tedrici değişikliklerin gözlenmesi). İşlev gibi kavramlar, böylece, iki boyut arasındaki kesişme noktalarında bulunabilir ve tarih, kendi başına bağımsız bir anlayış tarzı olma savını onlarla kazanır. Fakat zamanla organik model tözcü (substantialist) düşünceye fazlaca dayanır. İnceleme nesneleri önceden özerk kendilikler (entity) olarak verilmemişse, yöntembilimsel amaçlarla kurmaca kendilikler icat etme eğilimine girer, toplum ya da kültür konusunda çeşitli organik kuramlarda olduğu gibi. Bu tür tözcü düşüncelere karşı tepkilerden, çeşitli "alan" ya da ilişkisellik (relationality) imajlarından hiçbiri, bugün kendine temel model olarak dilin kendisini alandan daha tam olmamıştır. Bir model olarak dil! Her şeyi dilbilim terimleri yoluyla bir kez daha düşünmek! Şaşırtıcı olan şey, öyle görünüyor ki, bugüne kadar hiç kimsenin bunu yapmayı düşünmemiş olmasıdır yalnızca; çünkü bilincin ve toplumsal yaşamın bütün öğeleri arasında dil, henüz belirlenmeyi bekleyen türden ben-zeri olmayan bir ontolojik önceliğe sahip gibiydi. Yapısalcı girişimi bu şekilde tanımlamanın, onun daha önceki felsefe tarihi sorunsallarını özetlediği, bugün hiç mi hiç ilgilenmek gereğini duymadığımız, Marx-öncesi ve hatta Hegel-öncesi kavramsal ikilemlere ve sahte sorunsallara döndüğünü kabul etmek olduğu söylenerek karşı çıkılacaktır buna. Fakat, bu kitabın daha ileri bölümlerinde göreceğimiz gibi, Yapısalcılığın somut gündelik işinden çok sonul (nihai) çelişkileri bakımından daha doğrudur bu: ilki, yani Yapısalcılığın içeriği -Dil düzeni ve statüsü- yeni bir malzeme toplamı sağlar, eski sorunlar bu toplam çerçevesi içinde yeni ve öngörülmemiş şekillerde yeniden ortaya çıkar. Yani Yapısalcılığı ideolojik nedenlere dayanarak "reddetmek", bugünkü dilbilimsel buluşları felsefi sistemlerimize sokma görevini reddetmek anlamına gelir; bana öyle geliyor ki, Yapısalcılığın gerçek bir eleştirisi bizi onun içinde her şeyini gözden geçirerek ilerleyip öteki yanda bütünüyle farklı ve kuramsal olarak daha doyurucu bir felsefi perspektif içinde ortaya çıkmaya zorunlu kılmaktadır. Yapısalcılığın tam da çıkış noktasının -linguistik modelin üstünlüğü- bizim az sonra ele alacağımız kavramsal ikilemlerle bütünüyle ilişkisiz olduğunu söylemek değildir bu: çünkü böyle bir çıkış noktasının biricikliği, onun daha az keyfi olmasını gerektirmez ve ondan ortaya çıkan düşünce dizgeleri, kendi güç verici temellerinin sonul, kuşkulu ve acılı bir sınavdan geçirilmesinden yeniden muaf olmayacaktır. İster istemez, dünyanın bünyesinden bir tek temel elementi -diyelim suyu ya da ateşi- ayırmaya çalışıp da sonunda suyun ya da ateşin bileşiminin farklı tipten bir şey olduğunu gören Sokrates-öncesi düşüncenin çatışkıları (antinomy) akla geliyor. Hiç kuşkusuz, bugün her şeyin sonunda tarihsel ya da ekonomik ya da cinsel ya da hatt