Kitap Tanıtımı |
Buzulun kıyısına yaklaşmışlardı. Helikopterin altındaki deniz, buz parçalarıyla kaplıydı. Önlerindeki sonsuz beyazlık, ışığın ulaşabildiği son noktaya dek uzanıyor, Matthew’un gözlerini yakıyordu. Milyonlarca beyaz kristal. Bir yer hariç. Yalnızca bir nokta. Tam da Nors mumyasının bulunduğu, Aqqalu’nun nöbet tuttuğu yer. Orada buz, parlak kırmızıydı. Bir buz kütlesinin kıyısındaki çatlağın içinde, mumyalanmış bir Viking cesedi bulunur ve gazeteci Matthew Cave olayı haberleştirmesi için oraya gönderilir. Fakat ertesi gün mumya ortadan kaybolur, başında nöbet bekleyen polis memuruysa çırılçıplak ve derisi yüzülmüş hâlde bulunur: Tıpkı 1970’lerde ücra Nuuk şehrini dehşete boğan seri cinayetlerin kurbanları gibi. Matt konuyu araştırırken yerel halkın bu acımasızca şiddet karşısındaki duyarsızlığına hayret eder. Polise de güvenemez, hatta olayların örtbas edilmiş olabileceğinden şüphelenir. Tupaarnaq adlı, anne-babası ve iki küçük kız kardeşini öldürme suçundan mahkûm olmuş genç bir İnuit kadınla tanışınca ise bu işin ne kadar derinlere indiğini ve bizzat nasıl bir tehlikeye düştüğünü ancak fark eder. (Tanıtım Bülteninden) ) |