Kitap Tanıtımı |
Mezar ziyaretleri, cinai itiraflar, kökten ve kanlı çözümler, muallakta kalanlar, hesabını kendi kapayanlar, yarım kalan şiirler, ruha yapışan günahlar, kasaba karası, taşra noir… Uğur Kılınç, Çürük Ayvalar’da bir araya gelen öykülerinde aile içi ilişkilerin, nesiller arasındaki köprülerin perde arkasındaki karanlığı gün yüzüne çıkarırken taşra insanının iç dünyasında tekinsiz bir yolculuk yapıyor. Baba-oğulların, dede-torunların, anne-kızların paylaştığı masumiyetin altında yatan kötülüğün, öfkenin, intikam arzularının, ölümcül hesaplaşmaların, insanın içindeki çürümüşlüğün verdiği bunalımın hikâyesini anlatıyor. “Beni toprağın altında beklerken üşüdün mü? Dur, şu duvarın dibindeki otları koparıp üzerine örteyim. Buralar biraz çamurlu, umarım aşağısı bu kadar ıslak değildir. Çünkü ıslak ıslak yerlere basılmaz, yoksa üşütürsün. Değil mi babaanne? Bunu bana sen öğretmiştin, ıslak ıslak yerlere basılmazdı. Bu yüzden her banyodan çıktığımda önüme küçük havlular atardın sobanın yandığı odaya ulaşana kadar. Annem, çamaşır israfı olduğu için söylenip dursa da sen ayaklarım üşümesin diye havluları önüme koymaya devam ettin. Şimdi sıra bende. Yağmurlu günlerde üşütmemen için bu otları üzerine koyacağım. İri yapraklarla saçlarını kurulayacağım. Dikenli dallarla saçlarını tarayacağım.” (Tanıtım Bülteninden) ) |