Cumhuriyetin 75 Yılı Ek (1998/1999/2000)
ISBN 9789750804489
Yayınevi Yapı Kredi Yayınları
Yazarlar
Kitap Tanıtımı Önce cumhuriyetin 75. yılında yayımlanan, bu yıl içinde de güncelleşip, boyutu küçülerek tekrar basılan Cumhuriyet Ansiklopedisinin ilk basımını almış okurlar için, sonraki dönem ek bir cilt olarak hazırlandı ve basıldı.Böylelikle ilk baskıyı almış olan okurlar da, güncelleşmiş haline sahip olabilecekler, hem de kendi baskılarıyla ayni kalitede. Tadımlık CUMHURİYETE DOĞRU FEROZ AHMAD Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundan önceki dönemin siyasi tarihi Tanzimat dönemine dek çekilebilir. Ancak, anayasal düzenin ilk kurulduğu 1876 yılı bu kitabın konusu açısından daha anlamlı bir başlangıç noktası olarak görünüyor. Gerçi Mithat Paşa Anayasası kısa ömürlü olmuş, Sultan II. Abdülhamit tarafından 1878'de rafa kaldırılmıştı; ama bütün bir neslin esin kaynağı olarak kaldı. Ayrıca, Cumhuriyetin kurulmasıyla sonuçlanan dramatik siyasi süreçte, 1881 doğumlu Mustafa Kemal Atatürk'le birlikte yer almış, İsmet İnönü (1884), Rauf Orbay (1881), Kâzım Karabekir (1882), Celal Bayar (1884), Fethi Okyar (1880) gibi birçok kişi II. Abdülhamit döneminde doğmuş ve hayata atılmıştır. Söz konusu nesil, kökenleri yeryüzünde olan hiçbir güce karşı sorumluluk kabul etmeyen ve bütün yetkeyi kendinde toplamış bir sultanın kişisel yönetimi altında yetişmiştir. Ayrıca bu dönem, Osmanlı İmparatorluğu'nun hem Balkanlar'daki ulusçuluk hareketleri, hem de, bunları destekledikleri gibi, "Avrupa'nın hasta adamı" diye adlandırdıkları imparatorluğun mirasını ölüm öncesinde paylaşmaya çalışan Avrupa'nın güçlü devletleri tarafından tehdit edildiği bir dönemdi. Rusya bir yandan Balkanlar'daki Ortodoks halk üzerinde hegemonya kurmaya çalışırken, bir yandan da Akdeniz'in anahtarı olan Boğazlar'a göz dikmişti. Ayrıca topraklarını, Anadolu'nun "Ermeni vilayetleri" diye tanımladığı doğu kesimine doğru genişletmek niyetindeydi. "İmparatorluk tacının mücevheri" diye nitelediği Hindistan'ın güvenliği nedeniyle, Mısır ve Güney Irak üzerinde de İngiltere'nin gözü vardı. Fransa, Suriye ve Kuzey Afrika'yı kendi etki alanı kabul ediyor, çiçeği burnunda emperyalist Almanya ise Osmanlı İmparatorluğu'nu, etkisini öncelikle yayması gereken bir bölge olarak görüyordu. II. Abdülhamit yetkesini sağlamlaştırabilmek için bir dizi kurumsal reform yaparken, Petersburg, Londra ve Paris'ten gelen baskıları dengelemek için de Berlin'i kullanmayı yeğlemişti. Devlet yönetiminde çalışacak bürokrat ve asker kadroları yetiştiren yeni okullar açtı. Sömürgelerinde milyonlarca Müslüman yaşayan emperyalist devletlere karşı kullandığı İslamcı siyasetine ise Alman desteği sağlamaya çalıştı. Ancak, siyasal katılımı kendi dar çevresi dışına yaymak istememesi, hükümdar yetkesine anayasa sınırı getirerek ve yönetimi daha geniş bir seçkinler tabakasına açarak devletin güçleneceğine, bu sayede de tehlikelerden korunacağına inanan muhaliflerinin canını sıkmıştı. Bu istekleri kabul etmek istemeyen sultan, muhalefeti hiçbir zaman susturamadıysa da, muhalifleri imparatorluğun çeşitli bölgelerine sürgüne gönderdi. Bunların kimileri taşra köşelerinde kaldı, kimileri de yurtdışına kaçtı. Örgütlenen muhalifler, 1889 yılında, sultanın istibdadına son verip Mithat Paşa Anayasasını yeniden yürürlüğe koymak amacıyla, biri Paris'te, diğeri İstanbul'da ve ikisi de daha sonra İttihat ve Terakki Cemiyeti (İTC) adını alacak olan iki dernek kurdular. Bu derneklerin bütün dünya devrimcilerinin esin kaynağı olmuş Fransız Devrimi'nin 100. yıldönümünde kurulmaları rastlantı değildi. Bu önemli olay Osmanlı anayasacılarını da etkilemişti ve Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran seçkinlerde de etkisinin sürdüğü görülür. Her ne kadar aralarındaki köktenciler imparatorluk yıkılır yıkılmaz cumhuriyet kavramını hemen benimseyebilmiş idiyseler de, halife-sultan yönetimindeki imparatorluklarını kurtarma fikrine sıkı sıkıya bağlı Osmanlıların Fransız cumhuriyetçiliğinden pek etkilendikleri söylenemez. Osmanlı vatanseverlerinin 20. yüzyıl başlarındaki temel kaygısı imparatorluklarında anayasal bir düzen kurmaktan öteye gitmiyordu. Söz konusu derneklere üye olan anayasa yandaşlarının büyük çoğunluğunun II. Abdülhamit'in kurduğu okullarda okuyan öğrencilerden oluşması da kayda değer. Bu öğrenciler öğrenimleri sırasında kendilerini yetiştiren düzenin dayandığı ilkeler ile bağrında başarılı olmaları için eğitildikleri çağdaş dünya arasındaki derin uyuşmazlığı görüyorlardı. Bu yüzden muhaliflerin sayısı gittikçe arttı ve hareketleri gelişti. Sonunda da, Makedonya'daki III. Ordu mensupları arasında ve İTC önderliğinde başlayan ayaklanma II. Abdülhamit'i Temmuz 1908'de 1876 Anayasası'nı yeniden yürürlüğe koymak zorunda bıraktı. Anayasanın yeniden yürürlüğe girmesi, anayasal yönetimin Osmanlı İmparatorluğu'na yeniden hayat vereceği beklentisinin yarattığı iyimserlik havasıyla, çağdaş Türkiye tarihinde yeni bir dönem başlattı. Artık sultanın yetkileri kısıtlanacak ve seçilmiş bir yasama organına karşı sorumlu bir bakanlar kuruluna devredilecekti. Yasama meclisi de öyle kanunlar çıkaracaktı ki, imparatorluk, sanayileşmiş ve kapitalist Batı Avrupa'yla Japonya'nın temsil ettikleri yeni dünyada kendine bir yer bulabilecekti. Geriye dönüp bakıldığında, bütün bu beklentilerin boş birer hayal olarak kaldığı kesindir. 20. yüzyılın başlarında gayrimüslim seçkinler kendi ulusal isteklerini gerçekleştirmek konusunda kararlıydılar artık. Dolayısıyla, bu yeni Osmanlı deneyiminde pay sahibi olmaya pek niyetleri yoktu. Osmanlı İmparatorluğu'nun canlanıp güçlenmesi işlerine gelmezdi. Buna koşut olarak, Batı Avrupa devletleri de İstanbul'da başarılı olacak anayasal bir düzenin, başta Hindistan ve Mısır olmak üzere, kendi sömürgelerine örnek olacağı korkusuyla diken üzerindeydiler. Böylece, İstanbul'daki İngiliz elçisinin yeni rejime, propagandalarını İngiliz sömürgelerine yaymaması ihtarını yaptığı sıralarda Bulgarlar bağımsızlıklarını ilan ettiler, Avusturya-Macaristan Bosna-Hersek'i ilhak etti, Girit de Yunanistan'la birleştiğini duyurdu. Bu darbeler, yeni rejim için çok ağır olduğu gibi, içerdeki düşmanlarının da cesaretini artırdı. Yeni rejimin bir zaafı da kendi içinde bölünmüş olmasıydı. İTC önderliğinde bir grup, imparatorluğu ve devleti kurtarmaya en emin yol olarak gördüğü