Kitap Tanıtımı |
Yaşın ilerledikçe, giyinmeye başlarsın. Giderek daha fazla tabaka edinirsin, bunlar seni
duyarsız kılar. Bütün toplum çıplak kalsaydı, önce birbirimizi kucaklar, sonra da toplu harakiri yapardık.
Kendini çıplak hissetmiyor musun artık?
Babası yavaşça ve üzgün bir ifadeyle başını iki yana sallıyor.
Belki de o kadar çok tabakam yoktur, ama doğrudan temas benim için bir mucize olurdu.
Yani bütün bunlar... şimdi yaşadıklarım... geçecek mi?
Büyük ihtimalle evet. Maalesef.
Çıplaklık nedir? Giysisizlik mi? Gençlik mi? Ayıp mı?.. Giysilerimizden arınmak, çıplaklığın tek hali
mi? Kumaşlara sarındığımız anda sonlanıyor mu çıplaklığımız? Hayat bizi tüm gerçekleriyle çevreler, toplumun gözünde tanımlar, kurallarıyla kısıtlar, normlarıyla biçimler, sistemleriyle düzenler,
tenimize nüfuz etmeye çabalarken, mücadeleye çırılçıplak girişmek midir zor olan, katman
katman, zırh zırh giyinmek mi? Peki, ya geçince çıplaklığımız; sona erer mi üşümemiz?
Kendin olmak, tenine temas eden hayata karşı ne kadar giyineceğini keşfetmekten, bu hayatın
içinde kendini bulmaktan geçer. Belki bulanık bir nehirde, yakınlaşamadığın bedenlerde, yaşama pamuk ipliğiyle bağlı bir dostun varlığında, özüne erişemediğin bir rüyadan uyandığında ya da
kendine çizdiğin sınırların ötesine baktığında... Çek yazar Iva Procházková, ergenliğin kaçınılmaz çıplaklığını ve hayatın yakıcı soğuğunu, Berlinli beş gencin kesişen yaşamları üzerinden anlatıyor. |