Kitap Tanıtımı |
Cinsiyetli Olmak, 2005 baharında Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık'ta yapılan feminist etkinliklerden doğan makalelerden oluşan bir derleme. Felsefe, sosyoloji, psikanaliz ve edebiyat oturumlarına katılan akademisyen ve araştırmacıların feminist sorularla yönlenerek kendi alanlarını yeniden keşfettiği, feminist düşüncenin kavramlarını ve sorunlarını aydınlatarak ülkemizde kuramsal açıdan pek de zengin olmayan feminist literatüre bir katkıda bulunduğu, aile içi şiddeti, militarizmi, feminizmin ülkemizde nasıl algılandığını çözümlediği bu makaleler hem edebiyatın hem de sosyal bilimlerin feminizmin yaptığı açılımlardan ne kadar etkilendiğini gözler önüne seriyor ve bizi bu alanların nasıl dönüştürmekte olduğunu fark etmeye çağırıyor.
Tadımlık:
Cinsiyet ile toplumsal cinsiyet ilişkisini tartışan feminizm ve kadın çalışmaları, cinsiyetli bedenin, yani bedenin cinsiyetli bir varlık olarak düşünülmesi için olağanüstü verimli bir felsefi alan açmıştır. Burada feminist kuramın tarihine girmek istemiyorum. Farklılık feminizmi de, eşitlik feminizmi de bir ?kadın" kimliği olduğunu varsayan bir söylem üretmişlerdir son çözümlemede. Farklılığa vurgu yapan ikinci dalga feminizmin -ki bence burada başlıca kuramcı Irigaray'dır- zorunlu olarak özcü bir konuma mahkûm edilebileceğine inanmıyorum. Irigaray'ın kadın bedeninden yola çıkarak kimliği ve özdeşliği sorunsallaştırdığını da gözden kaçırmamalıyız. Irigaray Bir'i Çok'tan yola çıkarak düşünmeyi önermiştir. Ne var ki kimliğin kadın bedenindeki çoğulluktan ve çakışmazlıktan yola çıkarak, "kendiyle çakışmazlık" modeli içinde düşünülmesi kültürel, ırksal, sınıfsal farklılıkları da hesaba katan bir çoğulculuğu öngörmekte yetersiz kalır. Feminist kuramın içinde bulunduğumuz paradigmasında bütünselleşmiş/bütünselleştirici kimlikler inşa etmenin dışlayıcı olduğu genel bir kabul statüsü kazanmıştır. Yaş, toplumsal cinsiyet, cinsel yönelim, ırk, sınıf, eğitim gibi farklılıklar kadın olma tecrübemizi boydan boya kateder ve farklılaştırır. Örneğin ırksal farklılığın toplumsal olarak düzenlenmesi, cinsiyet farklılığının toplumsal olarak düzenlenmesinden ya da cinsellikten bütünüyle ayrı bir iktidar alanı oluşturmaz. Irkçılığı, homofobiyi ve kadın düşmanlığını paralel ya da analojik olan iktidar ilişkileri gibi ortaya koyan modele direnmek gerekir. Bunların soyut düzlemde yapısal bir eşdeğerlilik arz ettiklerini öne sürmek, hem onların inşa edilmelerinin ve geliştirilmelerinin özgül tarihlerini gözden kaçırmaya sebep olur, hem de bu iktidar vektörlerinin kendilerini dile getirmek için birbirlerini nasıl varsaydıklarını ve kullandıklarını ortaya sermek gibi önemli bir çalışma ertelenmiş, geciktirilmiş olur. Çağdaş iktidarı kendi karmaşıklığı içinde ve cinsiyetçiliğin kendisini ırkçılıkla, ırkçılığın kendisini cinsiyetçilikle nasıl ifade ettiğini, eklemlediğini göz önünde bulundurarak düşünmek gerekir. Irk kısmen ırkçılık tarihinin bir etkisidir ve onun tarafından icat ve inşa edilmiştir. Fakat ırkın sınırları ve anlamları zaman içinde yalnızca ırkçılığa hizmet edecek şekilde inşa edilmekle kalmamış, ırkçılığa itiraz edilmesine de hizmet etmiştir. Irkın üretilmiş, inşa edilmiş, kurgusal bir statüsü olduğunu söylemek onun yapay, elden çıkarılabilir, vazgeçilebilir bir şey olduğunu öne sürmek değildir. Irk inşa edilmiş olsa bile yaşanan bir şeydir. Onun karmaşık mesajları varlığımızda içerilmiştir. Cinsiyet de böyledir. Örneğin siyah olmak hayatımdaki en önemli toplumsal yüklem olmuş olsa da, bu benim kendimi bu dünyada yeniden şekillendirmemi (maddeleştirmemi) ve yönlendirmemi sağlayan hâkim anlatılardan ya da önde gelen kurgulardan yalnızca birisidir. Kurucu bir kurgudan, harekete geçirici bir kurgudan söz ediyoruz sonuç olarak. İşte Judith Butler'ın Maddeleşen/Dert Olan Bedenler adlı eserinin belki de en önemli yanı, cinsiyetin inşa edilmiş olmasını, onun varlığımıza işlemiş, yaşanan, harekete geçirici bir kurgu olduğunu hesaba katarak, ırksal farklılıkla kesişimi içinde göz önüne alarak düşünmeyi hedeflemesidir. Irkı kısmen ırkçılık, cinsiyeti cinsiyetçilik, eşcinselliği de homofobi inşa etmiştir. Tarih bir abjection (dışa atma) tarihidir. Tarih norm olan bedenleri inşa ettiği gibi, birtakım bedenleri de dışa atar; onları anlaşılırlığın sınırında konumlandırır. Anlaşılırlığın sınırlarındaki bedenler anlaşılamadıklarında sokaklara, kuytulara kavuşur, kavuştukları yerlerde çağrılır, haksızca yargılanır ve şiddete uğrarlar. Bedeni anlaşılır olanlara ait sokaklara çıktıklarında süfli, zelil bir muamma gibi beliren bu bedenler, çıktığı bela yolunda -ki bu toplumsal cinsiyet belasıdır- derhal redde ve aşağılamaya dönen bir hayretin hedefi olacaktır. Reddin itme, gülümsemenin alay, yabancının selamı hak etmez olduğu muamelenin felsefi bir biçimde çözümlenmesi gereğinin icat edilip kabul ettirilmesinde Judith Butler'ın düşüncesi önemli bir dönüm noktasıdır kuşkusuz. Ona göre, anlaşılırlığın sınırında inşa edilmiş bedenler, aynı zamanda bir yeniden anlamlandırma imkânının açıldığı, kendilerini kuran yasaya itiraz edebilme imkânının mekânı olan bedenlerdir. Butler Maddeleşen/Dert Olan Bedenler'de ?queer" terimini de tam bununla ilişkili bir biçimde kullanıyor. Queer kavramı da, tıpkı ırk kavramı gibi, abject olanın bir yeniden anlamlandırmanın alanı haline gelişi veçhesinden ilgi çekicidir. Böylelikle bütünselleştirici ve dışlayıcı kimliklere karşı çıkan bir düşüncenin ana kavramlarından birisi haline gelir. |