Kitap Tanıtımı |
Arap dünyası, XXI. yüzyılın eşiğine geldiği günümüzde, modern tarihinin hassas bir döneminden geçmektedir. Arap dünyasındaki İkinci Dünya Savaşı karşıtı gelişmeler, kuşkusuz, iç etkenlere bağlı olarak ortaya çıkmıştır. Bununla birlikte, söz konusu gelişmeler, aynı zamanda, genelde buna bağlı olarak aynı dönemde uluslararası koşulların farklılaşmasıyla da ilişkilidir. Ortaya çıkan bu gelişme, bugün, ekonomik, toplumsal, siyasal ve fikrî alanlarda 'kapsamlı bir kriz' aşamasına ulaşmıştır. Bu dönemdeki her şey, sürecin, daha önce var olan aynı veriler, ilişkiler ve görüşlerle devam etmesinin mümkün olmadığını ve mevcut krizin, üçüncü bir şıkkı daha bulunmayan iki seçenekli bir kriz olduğunu açık ve kesin bir biçimde göstermektedir. Bu iki seçenek; ya krizin içerisinde boğulup, kargaşa, çözülme ve yok olma sürecine girmek ya da mevcut kriz durumunu bilinçli bir şekilde analiz etmek ve farklı hareket noktaları ve bakış açılarıyla yeni bir yapı oluşturarak, bambaşka bir ortama geçmeyi sağlayacak şekilde bu krizi aşmaktır.
İslam dünyasının maddi ve beşerî olanakları, halklarının beklentileri ve devlet adamlarının arzuları, bu krizin varacağı noktanın krizde boğulmak değil, onu aşmak olduğu yönündedir. Bu beklenti ve arzular, bu şekildeki kanaatlerin doğmasını yeterli derecede haklı çıkaracak gerekçeler sunuyor olsa da, bunlar, şu anda İslam dünyasının büyük bir kısmında devam eden krizden kurtulma çabaları nın seyrinin, gerçekten doğru minval üzere olduğu konusunda güven vermemektedir. Şöyle ki, ister devingen ve atılgan, isterse oldukça utangaç ve ürkek bir ortamda hareket ediliyor olsun; söz konusu çabaların pek çoğunu yapılandıracak ve onlara eşlik edecek yeterli derecede görüş netliği mevcut değildir. Bu çabaların, değişim taraftarlarına, değişime karşı çıkanlara veya çekimser olanlara ait olması çok önemli değildir.
Herhangi bir işin başarılmasında, ortaya konan görüşün net olması zorunlu bir koşul olduğundan, sağlıklı bir bakış açısı, ancak geçmişin bakış açılarıyla irtibatı kesmek ve onlarla olan hesabı nihai tarzda tasfiye etmekle elde edilebilir1. Bu ise, henüz hiçbir alanda gerçekleşmemiştir. Çalışma yöntemi ve boyutu bir tarafa, vakıa ve amaçlar üzerindeki düşünme metodu hâlâ 'geçmiş' çerçevesinde ve onun araçlarıyla yürütülmektedir. Yaklaşık bir asırdan fazla bir zamandır, bakış açılarının sabit, hatta kemikleşmiş bir hâlde bulunduğunu çok net bir şekilde görmek için, 'İslamcılar' ve 'modernistler'in ki bugün her ikisi de birbirine zıt akımlardır. Çağdaş İslam düşüncesi sorunlarına nasıl yaklaştıklarına bakmak yeterli olacaktır.
Bu durum, on yılı aşkın bir süreden beri, başkalarının yaptığı gibi, bizim de gözlemlediğimiz ve dikkat çektiğimiz bir husustur. Bunun içindir ki, Arap aklının kendi söylemini oluşturmak, mevcut ve gelecek sorunlarına çare bulmak konusunda dayandığı düşünce yöntemiyle ilişiğini nihai bir surette koparmasının zorunluluğunu seslendirdik. Bundan dolayı, ütopik olmayan, realiteye uygun, kendisini yenilemiş bir Arap düşüncesinin doğacağı yeni bir 'tedvin asrı' oluşturmanın zorunluluğunu vurguladık. Tedvin asrına göndermede bulunup; İslam dünyasının mevcut konjonktürü ve kronikleşmiş kriz durumunu aşacak gereksinimleri üzerinde fikir yü rütürken, bu konuda asla gelişigüzel bir tercihten ve kendi görüş alanımıza ilişkin uzmanlık dayatmasından hareket etmiyoruz. Biz, bizzat tedvin asrına göndermede bulunurken, İslam dünyasının her sahada sıkıntısını çektiği mevcut kriz durumunu aşmayı sağlayacak derin bir bilinçten hareket ediyoruz. Şöyle ki, tedvin dönemi ki tarihî olarak ilk Abbasi dönemine rastlamaktadır, İslam kültür ve düşüncesinin genel ve kapsamlı yapısının oluştuğu bir dönemdir. Araplar ve genel olarak Müslümanlar, tedvin döneminden önce, hayatın; dil, düşünce, siyaset ve toplumsal alanlarını içtihadla iç içe yaşıyorlardı. Çünkü o dönemde Arap aklı, belirlenmiş birtakım 'usullerle' kayıtlı ve belli bir mezhep/görüşe hapsedilmiş değildi. Tedvin asrı, tarihte, kendi türünün yegâne faaliyeti olan kültürel, siyasal, toplumsal ve ekonomik bütün alanlar için usûllerin/metodolojilerin konulduğu bir etkinliğe tanıklık eden bir asır olarak karşımıza çıkmaktadır. Fıkhı düşünceye ilişkin metodolojinin konulmasından, yönetime ve politikaya dair düzenleme lerin yerleştirilmesinden tutun da, ekonomik düzenlemelere (vergi sistemi vb.), hayatın toplumsal ve kültürel görüntülerinin pek çoğu üzerindeki hukuki düzenlemelere varıncaya kadar... Gerçekten bu kuralların tamamı, dinsel ve dilsel metinler üzerinde yürütülmüş olan bir içtihadın ürünüdür. Fakat bu içtihad, her hâlükârda, az veya çok, doğrudan ya da dolaylı bir biçimde, o dönemin siyasal, toplumsal, ekonomik ve kültürel verilerine dayanan bir içtihaddır. O dönemden günümüze kadar, Arap ve İslam dünyasında işler, asırlar boyu tedvin asrında belirlenmiş olan söz konusu usûl ve onlardan çıkartılmış fer'i esaslar üzerinde yürümüştür. Tedvin asrının usûlünü bu şekilde 'taklit etme', asla müçtehitlerdeki bir eksiklikten veya o dönemde yenilik konusunda bir isteksizlikten kaynaklanmıyordu. İçtihad ve yenilik çabaları devam ede gelmiş, ancak hep aynı çerçevede kalmıştır. Bunun da sebebi, mezkûr metodolojilerin, içinde üretildiği yaşam tarzının, hiç değişmeden olduğu gibi kalmış olmasıdır. Üretim araçları, teknikleri ve ilişkileri, tüketim tarzı, yaşam biçimi, mevcut bilgi türü, düşünce ve akıl yürütme yöntemleri ve bakış açıları vb. bütün bunların hepsi, aynı genel yaşam tarzı içerisinde yürümeye devam etmiştir. Bu durumda, içtihadın da, bu yaşam tarzının dayattığı çerçevenin dışına çıkması mümkün olmamıştır. Çünkü içtihad, sürekli olarak vakıalar ve ortaya çıkan yeni durumlar hakkında olur. Oysa hayatın herhangi bir alanında ortaya çıkan yeni durumların, mevcut yaşam tarzıyla çatışmaya girmesi söz konusu olmuyordu. Özetle şunu söyleyelim ki, söz konusu tedvin dönemi, çağdaş düşüncemiz açısından geleneksel referansın beşiğini oluşturmaktadır. Bu beşik, kendisinde belirlenmiş birtakım usûlleri, ölçüleri, tarihî kayıtları ve derlenmiş birtakım rivayet ve olayları ihtiva eden bir beşik olarak bugüne kadar gelebilmiştir. |