Kitap Tanıtımı |
Bir akşamüstü Refik Tezel telefonla beni aradı ve "Hadi bakalım, Önsözü yaz, kitabı bitirdim" dedi. Sesinde açık olarak sevinç ve gurur vardı. O tarihlerde Refik Amsterdam'da oturuyordu; bense Paris'te. Ama Parti görevim nedeniyle sık sık Amsterdam'a gider, en çok onlarda kalırdım. Uzun uzun konuşurduk. Telefonla da oldukça sık konuşurduk. Her konuşmamızda sözü döndürüp dolaştırıp o sıralarda kitabında işlemekte olduğu konulara getirdiğini anlamak zor olmazdı. Refik'i tanıyanlar bilir. O görüşlerini ikircimsiz bir ifade tarzı ile öne süren bir yapıya sahipti. Uzun süren konuşmalarımızda açıkça dile getirmese de "Böyle de böyle!" havasını yumuşattığı olurdu. Aradan yirmi yıl geçtikten sonra ve onun vefatı ile konuları bir kere bile tekrar ele alma imkânı ortadan kalktığı için, en çok neleri konuşurduk, nelerin detaylarına derinlemesine inerdik, tabii ki hatırlamıyorum. İnsan biraz ısrarlı olarak düşünse elbette bulur. Ama her konuşmamızda sözü işçi sınıfının artık "KENDİSİ İÇİN SINIF" olduğuna getirirdi. TİP dönemini de "KENDİLİĞİNDEN SINIF" aşaması olarak değerlendirirdi. Bundan çıkardığı sonuç ise bu tarihsel aşamanın gereği olarak artık "İŞÇİ SINIFININ İKTİDARI" sadece mümkün değil, ayni zamanda kaçınılmazdı. Bu gün Parti'nin önünde duran görev tam da buydu.
İstediği Önsözü galiba aynı gün telefonla iletmiştim. Kitap baskıya hazırlanırken Erden benden Önsöz yazmamı isteyince ta o zamanlar Refik'in isteği üzerine yazdığımı söylemiştim. Geçenlerde Ersin aradı ve o zamanlar yazdığım önsözü bulamadıklarını, yeniden yazmamı istedi. O eski Önsöz bir yerlerden çıksa ne iyi olurdu! Bakalım o günkü bilgi ve birikimle neler yazmışım.
İşin bir başka yanı, Refik'in kitabını o gün okumamıştım. Bu gün de okumuş değilim. Bu yüzden kitap hakkında fazla bir şey söylemem doğru olmaz.
Refik'i ATILIM yıllarında tanıdım. ALİAĞA Rafinerisi'nde çalışıyordu. İşçiler arasında saygın bir yeri vardı. Yakından tanıdıkça çevresine kendisini kabul ettiren bir kişiliği olduğunu gördüm. Sivrilmeyi istiyor ve bunu beceriyordu... Bir gün acele benimle görüşmek istediğini söyledi. Henüz TKP üyesi değildi. Kale arkasında bir kahvede oturduk. GSB konferansından geldiğini ve benimle bu görüşmeyi yapmakla görevli olduğunu söyledi. (Bence GSB'nin bu konferansının Türkiye Komünist Hareketi içinde çok önemli yeri var. Çok da anlamlı. Bununla Komünist hareket çok önemli güç ve ivme kazandı. Ama olay, hareketimize yaptığı katkı ve vurguyu aydınlatacak ölçüde işlenmiş değil. Komünist hareket Konferansın aktörlerinden bunu beklemekte.) Konferansta GSB'nin kendini feshederek üyelerini TKP'ye yönlendirme kararı aldığını söyledi. GSB'nin hemen hemen böyle bir karar alacağını biliyorduk. Bana bunu M. Ali Tazedal'ın değil de Refik'in iletmesi bana ilginç gelmişti. Neyse... Bu haberi derhal, o günlerdeki deyimle ve aslında bir gerçeği yansıtan "YUKARI"ya bildirdim. Sonrası çok hızlı gelişti, örgütlü mücadelede birikime sahip bu genç, yiğit arkadaşlar, gurup olarak değil, tek tek TKP saflarına kazanıldılar. Refik işçi olmaktan gurur duyan bir kişiliğe sahipti. Üyelik başvurusunda "4 göbek işçiyim" diye yazmıştı. İzmir'de TKP yönetim komiteleri yeniden oluşturulurken ilk önce hep o akla geldi. İl ve Yöre Komitelerinde çalıştı; bu Komitelerin sekreterliklerini yaptı. Moskova'da bulunan parti okulunda eğitime gitti. Tariş olaylarında, Rafineri'nin durdurulmasında, pek çok yasal ve yasa dışı eylemde rol aldı. Plânladı. Yönetti. Yaptığı işe heyecanla sarılır, eyleme orijinal ayrıntılar katmayı severdi. Tariş olayları esnasında BMC'den başlayıp işçileri sırasıyla fabrikalardan çıkararak direnişi merkezi bir eyleme yükseltme projesini dakikalara inen detaylarına kadar kâğıda döktüğünü hatırlıyorum. İzmir'e tutkuyla bağlıydı. 12 Eylül darbecileri üstümüze üstümüze geliyordu. Belli oldu ki kadroları oldukları yerde korumak imkânsız. "Yukarı"dan bulunduğumuz yörelerden başka yerlere gitme talimatı geldiğinde Refik buna karşı adeta direndi. "Balıkesir'den ileri gitmem" dedi. Ama tehlike büyüktü. Sonunda İzmir'den çıkma işini orijinal bir olayla kamufle etmeyi planladı. O sıralarda yanlış hatırlamıyorsam bir Karşıyaka-Göztepe futbol maçı vardı. O yıllarda bu iki takımın maçı İzmir'de olay olurdu. (Refik koyu bir Karşıyaka taraftarıydı.) Refik'in planına göre, bu maçı seyretmek üzere çevre illerden de çok gelen olacak ve maçı seyrettikten sonra bunların arasına karışarak hiç bir engele takılmadan İzmir dışına çıkılabilecekti. Öyle de yaptı.
12 Eylül darbecilerinin azgın saldırıları gittikçe artıyordu. Ve Refik de Parti kararı ile yurt dışına çıktı. Ama o yıllarda da Refik hep İzmir'de yaşıyordu. Bir gün evde oturduğumuz bir sırada "gel dedi, sahilde biraz dolaşalım." Kendini Karşıyaka'da sayıyordu.
Aradan 20 yıl geçmiş!.. Yoldaşımın anısı önünde saygıyla eğiliyorum.
-Cemal Kıral- |