Kitap Tanıtımı |
Her yere acı bir hatıra, her yere bir burukluk ve her yere ince yürek sızıları bırakarak yürüyordu insanlar. Tıpkı doktor Ertuğrul ve karısı Gülsüm gibi... Meğer ne çok yürek taşırmış insan. Bir, iki, üç, dört, beş, hatta belki yüzlerce... Geçmişten bize seslenen doygun yüreklerimiz... Hayat boyu yüreğimizi bırakıp da gittiğimiz ne çok yer, sıcaklığıyla bizi sarıp sarmalayan ne çok insan tanımışızdır. Bahtın bize kuracağı onca tuzağa rağmen, arada bir 'Hey, ben buradayım!' diyerek, esrarlı sesiyle fısıldarlar kulağımıza. Çoğu yerde bizi şaşkına çevirir. Bazen acıyla inler, ömür boyu kanar, ince ince sızar, damla damla birikir, çöreklenir kalır göğüs boşluğumuzda. Bazen sevindirir bizi. Sevgilimize kopartır da veririz onu. Ve birden yepyeni bir yürek de orada atmaya başlar. Savaş meydanlarında, uzayıp giden asker yollarında, kavruk bozkırın ortasında, derme çatma evlerimizde, ölümle burun buruna geldiğimiz dar dehlizlerde, bazen bir dağ evinde, İstanbul'da sisler arasındaki bir koyda, belki sarmaşıkların sarıp sarmaladığı bir hastanede, bir mezarlıkta, bahçedeki sığ bir mezarda, her yerde yüreklerimiz vardır bizim. Her hatıranın yanında atan yüreklerimiz...
İşte o kış, ortak hatıralarıyla süsledikleri bu eve de bir yürek bırakıp, yola öyle çıktılar. Menteşesi tutmayan kapıyı iple bağladılar. Şimdi orada, üstünü ot bürümüş üç mezar yatıyor. Akşam vakitleri toprak burcu burcu kokarken, ortalıkta da kimsecikler yoksa eğer, mezar taşına kepezli bir kuş konar. Orada ağıt yakarcasına öter. Sivri gagasını kara taşta bileyler. Kendi yakınlarıymış gibi feryat ederdi. Sonra, annenin toprağını eşeleyip, ayrık tohumları seçer, götürüp çocuğun mezarına serpelerdi. Sektirerek yürür, dört bir yanı kolaçan ederdi. Ve orada koyun koyuna yatan bu üç insanın sevgisini birbirine taşırdı. |