Kitap Tanıtımı |
Buğday varsa aş olur, analar tarafından ekmek olur baş olur, körpe yavrulara hayatta yoldaş olur. Olur, olmasına da ya elde bulunmazsa.
İşte o zaman yokluğunda, gözlerden gelen yaş olur.
Babamızın alnındaki emeği, anamızın evindeki eleği...
Yunus Emre öğüde uyar ve Hacı Bektaş'tan buğday ister. Buğday mı istersin ilim mi sorusunu en nihayetinde, ilim, irfan diyerek yanıtlar.
Buğday ters yüz edilen bir şey değildir hikâyede. İlme giden ilk kapıdır kıymet bilene...
Anadolu'da ne zaman yerde bir ekmek görülse, öpüp de başına koyarak yüksekçe bir yere kaldırır insanlar onu.
Yükseğe konan şey, yalnızca nimet değildir; buğdaydan devşirilen alın teriyle hazırlanan kutsal da bir emektir.
Buğdayın bol olduğu zamanlarda neşemiz de çok olurdu. Ürünün az olduğu zamanlarda ise gözyaşı dolu kederlerimiz...
Köy insanın toprakla ilişkisi, doğrudan kendi aralarındaki iletişime de etki ederdi. Yoklukta kavgalar ve kahırlar artardı. Çoklukta ise masum taşra kahkahaları...
Tapduk Emre'nin dediği; bazen köylü harmanı savururdu, bazen de buğday derdine düşünce, harman köylüyü savurdu...
O günden bugüne kalemden damlayıp kâğıda akan sözcüklerde de yer bulduğu üzere topraktan biten buğday ile geçim derdine kahırdan biten köylünün öyküsü başlar.
Yağmur damlasının buğday tanesine kök vermesi mutluluktur. Buğday tarlasının yağmura hasret beklerken, üzerine düşen gözyaşı ise hüzündür.
Neşe de hüzün de bir arada olunca bu kitaba serilen yazı harmanının adı Buğday Damlası oluverdi. |