Kitap Tanıtımı |
Simmel, bir disiplin olarak sosyolojinin kurucularından biri olmasına ve özellikle Kracauer ve Benjamin gibi Frankfurt Okulu kuramcılarını derinden etkilemiş olmasına rağmen uzun yıllar unutulmuş bir düşünür olarak kaldı. 80'li yıllarda başlayan modernlik tartışmalarıyla birlikte, özellikle Anglosakson düşünce dünyası içinde önemi yeniden fark edilen Simmel'in kaleme aldığı çok sayıda eserden yapılmış bir seçki Bireysellik ve Kültür. Seçkide sosyolojinin kültür, tahakküm, çatışma, mübadele gibi temel kavramlarını açımlayan, yabancı, yoksul, cimri, maceracı gibi sosyolojik "tipler" hakkında son derece özgün gözlemler geliştiren,
bireysellik, özgürlük, duyular, aşk, aşkınlık ve din gibi geleneksel olarak felsefeye ait görülen temalar üzerinde şaşırtıcı ve düşündürücü fikirler geliştiren yazılara yer verildi.
Yazarın Sosyoloji ve Paranın Felsefesi gibi hacimli eserlerinden bazı parçaların yanı sıra ancak ölümünden sonra bir kitap içinde yayımlanan bazı önemli yazılarını da içeren bu seçki, İngilizcede Bireysellik ve Toplumsal Biçimler adıyla yayımlanan edisyonu temel almakla birlikte, çevirmen Tuncay Birkan tarafından eklenen üç yazıyla zenginleştirildi.
Tadımlık
Tarih Nasıl Mümkün Olur?, 1905, s. 31-32
Dolaysız deneyimin oluşturduğu hammadde, tarih dediğimiz teorik yapı haline nasıl gelir? Söz konusu dönüşüm genellikle zannedildiğinden çok daha radikaldir. Bunu gözler önüne sermek demek, tarihsel gerçekçiliğe tarih biliminin geçmişi "gerçekte nasılsa öyle" yansıtan bir ayna imgesi sunması gerektiği görüşüne dair bir eleştiri geliştirmek demektir. Bu görüş de, tıpkı gerçekliğin kopyasını çıkartıyormuş gibi davranırken bu "kopyalama" ediminin gerçekliğin içeriğini aslında ne kadar kapsamlı bir biçimde stilize ettiğinin farkına varmayan sanattaki gerçekçilik kadar ciddi bir hata yapmaktadır.
İnsan zihninin doğanın kavranışında gösterdiği biçimleyici etki dikkate alınır genellikle. Tarih söz konusu olduğunda ise bu etki bu kadar kolay algılanmaz, zira tarihin malzemesi zihnin ta kendisidir. İnsan zihni tarihi yaratırken, kullandığı kategorilerin bağımsız karakteri ve bunların malzemelerini şekillendirme tarzı doğa biliminde olduğu kadar bariz değildir. Ayrıntılı olarak olmasa da ilkesel olarak belirlememiz gereken şey, tarihsel bilginin a priori boyutudur. Tarihyazımının sadece olayları yeniden ürettiğini, bunu yaparken de olsa olsa niteliksel bir yoğunlaştırma işlemine başvurduğunu düşünen tarihsel gerçekçiliğe karşı, Kant'ı izleyerek, "Tarih nasıl mümkün olur?" diye sormanın neden makul bir soru olduğunu göstermemiz gerekir.
Kant'ın kendi sorusuna doğa nasıl mümkün olur? verdiği cevap, bir yaşam felsefesi için değerlidir. Değeri de, benin, Kant sayesinde, doğaya karşı kazandığı özgürlükten gelir. Ben doğayı kendi tasarımı olarak ürettiği ve doğayı meydana getiren genel yasalar kendi zihnimizin biçimlerinden başka bir şey olmadığı ölçüde, doğal varoluş egemen bene tabi kılınmıştır. Benin keyfiliğine ve geçirdiği kendine özgü değişimlere değil kuşkusuz, onun varlığına ve bu varlığın buyruklarına bene dışsal olan normlardan kaynaklanmayan, tam da onun hayatını oluşturan buyruklara tabi kılınmıştır.
Kant'ın cevabı modern insanı tehdit eden iki baskı kaynağı olan doğa ve tarihten birinden kurtulmayı sağlar. Bunların ikisi de özgür, kendi kendinin hâkimi kişiliği boğuyor gibi görünür. Doğa, mekanikliğiyle ruhu taşın düşmesi ve yaprağın filizlenmesiyle aynı kör güçlere tabi kıldığı için; tarih de, ruhu, tarihin dokusunu oluşturan toplumsal ipliklerin kesişme noktasından ibaret bir hale getirdiği ve ruhun bütün yaratıcılığını ırkından aldığı mirası idare etmeye indirgediği için. Ampirik varoluşumuzun doğa tarafından tutsak edilmesi, Kant'tan beri, zihnin özerkliğiyle dengelenmiştir: Bilincimizdeki doğa resmi, doğanın güçlerinin ve ruh karşısında bürünebileceği kılıkların kavranması, bizatihi ruhun başarısıdır.
Gelgelelim doğanın ben üzerindeki, zihin tarafından bağlanan kelepçeleri artık bizatihi zihin tarafından zincire vurulmaya dönüşmüştür. Tarihin bireysel kişilik üzerindeki zorunluluğu ve üstün kudreti, bu tarih insan zihninin ürünü olduğu için, özgürlük kılığına bürünebilse de, aslında tarih de verili bir şey olarak, bir gerçeklik, kişi-üstü bir güç olarak yine benin dışsal bir fail tarafından ezilmesini temsil eder. Aslında yabancı bir güce esaretten ibaret olan şeye özgürlük diye bakma ayartısı burada daha incelikli bir biçimde işbaşındadır, çünkü bu durumda bizi bağlayan şey kendimizle aynı özdendir.
Kant'ın doğalcılıktan kurtulmamızı sağladığı gibi, artık tarihselcilikten de kurtulmamız gerekmektedir. Belki aynı bilgi eleştirisi burada da zihnin, adına tarih dediğimiz zihinsel varoluş tasavvurunu sadece bilen öznede bulunan kategoriler yoluyla bağımsız olarak oluşturmasında başarılı olabilir. Bilinen bir şey olarak insan, doğa ve tarih tarafından oluşturulur; ama bilen olarak insan doğayı ve tarihi oluşturur.
Her türlü ruhsal gerçekliğin bilince geldiği, her benin tarihi olarak zuhur eden form, bizatihi, yaratıcı benin bir ürünüdür. Zihin kendi kendinin farkına, oluşun akışı içinde varır, ama zihin söz konusu akışın kıyılarını ve içindeki akıntıları çoktan belirlemiş ve böylece onu "tarih" haline getirmiştir. Bu kitapta(1) yer alan incelemeler, tıpkı Kant'ın doğalcılık karşısında yaptığı gibi, tarihselcilik karşısında insan tininin özgürlüğünü yani biçim verici yaratıcılığını korumak gibi genel bir hedefe hizmet ediyorlar. |