Kitap Tanıtımı |
Yalnızlık ya da yalnızlık dediğimiz şey, yahut bir bakıma ölümün başlangıcı benim için belirli bir noktada başladı. Daha önce ölümün ilk işaretinden evvel kokular ve tatlar vardı, sesler dokunuşlar şekiller ve renkler vardı ama hiçbiri birbirine girmiş değildi, her şey bir tür döngü gibi sonsuz bir sürecin kehaneti olan bir çember gibi, sonsuz bir devamlılık gibi görünüyordu. Başlangıç ve sonla sınırlanmış bir çizgi gibi değildi. O çizgiden önce bir çemberin içindeydim. Her ne kadar ben hatırlamasamda başkalarının şahit olduğu olaylar yaşanıyordu. Bu yalnızlık beni hasta etmişti, ben farkında bile olmadan tek ölümcül olan bu hastalığa yakalanmıştım. Kendimi bildim bileli hislerimi başkalarının önünde göstermeme, onları kimsenin göremeyeceği bir yerlere saklama, başka bir ruh hali sergileme ihtiyacı hissettim hep. Ne kadar başarılı oldum bu hastalığın belirtileri yüzünden bilmiyorum. Duyduğum sesle yavaş bir aşınma sessiz ve geri dönüşü olmayan bir gidiş gibiydi. Ama hayır, bundan sonra bu hastalığın bana hiçbir etkisi olmayacak; bundan fazla daha ne olabilir ki? Beni sevdiğim ilk terk ettiğinde vücudunun kokusu en taze haliyle kalmıştı aklımda, sözcükleri dolduran ses titreşimleri kalmıştı orada, o aynanın önünde saçlarını düzeltmesi gözbebekleri dalgın ama parlak göz bebekleri kalmıştı aklımda. Ne acıdır ki geçmek üzere, hiç istemesem de geçmek üzere. (Tanıtım Bülteninden) ) |