Batı Düşüncesinde Siyaset Felsefeleri
ISBN 9789755480626
Yayınevi Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları
Yazarlar Nejat Muallimoğlu (translator) | Maurice Craston (author)
Kitap Tanıtımı Bu kitap, Batı siyasî felsefesi üzerine bir kitap olmadığı gibi, Batı siyasî düşüncesi tarihi de değil; onbir önemli Batılı siyasî filozof hakkında makalelerden oluşan bir dizi yazıdır. Kitaptaki her bölümü ayrı bir yazar yazdı ve hepsi (Aquinas bölümünü yazanın dışında), akademik çevrelerde sahalarında otorite olarak bilinen kimselerdir. Üzerlerinde durdukları filozoflarda birer başlangıç olarak düşünülmesi gereken makalelerin, genel okuyucular ve talebeler için olduğu kadar, siyasî felsefe hakkında bilgi edinmek isteyen kimseler için de oldukça ilgi çekici olacağını sanıyoruz. Kitabı onbir bölümde ele almak benim fikrimdir, ve bunun için itirazlar yükseleceğini de biliyorum, ilkin, almayı düşündüğüm halde çıkardığım bir filozof Jeremy Bentham dır. Bentham üzerine otorite sayılacak kimselerle danıştıktan sonra, Bentham ın kitap haline getirilmemiş yazılarının incelenerek Londra University College i tarafından hazırlanan eserin, Bentham ın yayımlanmış kitap ve yazılarından anlaşılan Bentham dan çok farklı bir Bentham ortaya çıkaracağından, onun yeni imajının sunulmasını beklemenin, eski imajını pekiştirmeye çalışmaktan daha iyi olacağını düşündüm. Bazı okuyucular, Burke nin, meslekten bir filozof olmamasına rağmen kitaba alındığı, ve meslekten bir filozof olmasına rağmen Spinoza nın alınmadığı için beni kınayabilir; diğerleri, Hıristiyan filozofları arasında, Augustine i değil de Aquinas ı almamı yerinde bulmayabilir; ve bazıları da, hiç şüphe edilemez ki, sosyalizmin temsilcisi olarak Marx ı değil de, St. Simon u veya Fourier i veya Proudhan ı görmek isteyeceklerdir. Ben, bu hislere saygı duymakla birlikte, kendi tercihlerimin, diğerleri kadar savunulabileceğini sanıyorum. Bir dereceye kadar, "keyfi" tercihin önüne geçilemez. Batı siyasî felsefesinin bir özelliği, hürriyet ve otorite meselesi üzerinde devamlıca durmuş olmasıdır. Yaygın bir düşünceye göre, Batılı siyasî filozoflar hürriyet yanlısı ve hürriyet karşıtı diye iki grupta toplanabilir: bir tarafta Aristo, Aquinas, Locke ve Mill; öte yanda Plato, Machiavelli, Hobbes, Hegel ve Burke gibi isimler. Kanaatimce bu yol, siyasî filozofları tehlikeli bir tarzda ayırmaktır ve bundan böyle, en alımlı hayal edilen koyunların en alımlı hayal edilen keçilerden ayrılması gibi bir yol takip edilmedi. Aristo, Aquinas, Locke ve Mill, hürriyet üzerinde durdukları kadar, kanun ve düzen meselesini de incelediler, ve onların en liberallerinin de, hürriyetin, devlet tarafından mükemmelleştirilen bir şey olduğunu söyleyen Hegel ile çelişkiye düştüğü söylenemez. Batılı siyasî filozoflar, hürriyetin nasıl anlaşılması gerektiği üzerinde değişik fikirler ileri sürdüler, fakat onların Doğulu filozoflardan ayıran bir şey de şu idi: hepsi, hürriyetin, bir kavram ve değer olduğuna derinden inanıyordu. Batı hürriyet teorileri arasındaki fark, bir kısmının, hürriyeti, hiç bir engellemeye maruz kalmaksızın istediğini yapabilmesi diye ele alırken; diğerlerinin, bir kimsenin ne yapması gereken bir şey diye ele almasıdır. Aristo, Rousseau ve Hegel gibi filozoflar, insanın, ancak yapması gereken şeyi yaptığı zaman hür olabileceğini söylerken. Hobbes, Locke ve Mill gibi diğerleri ise, insanın önüne hiç bir engelleme çıkarılmadığı takdirde, kötü bir insanın iyi bir insan kadar hür olacağını ve hürriyetin de, faziletin ilk şartı olduğundan, faziletten ayrı olarak ele alınabilecek bir şey olmadığını söylediler. Bir kimse, çok türde hürriyet tecrübesi edinebilir. Hobbes, Locke ve Mill, her ferdin, komşularının ve ülkeyi yönetenlerin müdahalesine maruz kalmaksızın kendi hürriyetini muhafaza etmesi gerektiği üzerinde ısrarlı durdular. Onları bilhassa ilgilendiren husus, bundan böyle, ferdin bağımsızlığı idi. Fakat Aristo, Rousseau ve Hegel gibi yazarları en çok ilgilendiren şey ise, insan hürriyetinin kalitesi idi. Onların bu husustaki düşünceleri, başlıca ilgileri insan ruhunun yüceltilmesi ve mükemmelleştirilmesi olan dinî yazarların düşüncelerine yakındı. Kitab-ı Mukaddesle, Allah ın hizmetinde bulunmanın mükemmel hürriyet olduğu belirtilir. Bu, dikkat edileceği üzere, sadece yegâne hürriyet türü değil, hürriyetin en iyi türüdür; ve sadece iyi insanların hür olabileceklerini söyleyen filozofları da, ferdin, kendi dışından gelecek basınçlar karşısında hür olmasından ziyade, her beşerî yaratığın içinde var olan küçültücü ve yozlaştırıcı hürriyetlerden masun kalabilmesi düşündürüyordu. Dinî düşüncede gaye, ruhu, vücudun sınırlamalarından kurtarmak; daha felsefî terimlerle ifade edeceksek, rasyonel [mantıkî] insanı, hırslarının kölesi olmaktan kurtarmaktır. Hürriyet teorisinin bu iki tipi arasında bir husumet veya çatışma yoktur. Birisi, ferdî hürriyet üzerinde durur; diğeri, ruhî hürriyet üzerinde. Mutlu veya tam bir insanın, her iki türdeki hürriyete de sahip bir insan olduğu söylenebilir. Bu hürriyet formlarından [şekillerinden] sadece birinin hakikî, diğerinin sahte olduğunu söylemek hatadır. Zira hürriyet, cennet gibi, pek çok odalı bir konaktır; insanoğlunu metafizik, dinî, ahlakî, sosyal, siyasî, antropolojik ve psikolojik yönlerden işleyerek onun bütün tarihini ele almadan beşer hürriyetinin bütün tarihini yazmak mümkün olamaz, çünkü bütün bu hislerde, bir insanın hür veya gayri-hür olması, ve çok çeşitli form ve derecelerde hür olması mümkündür. Hürriyet meselesi diğer meseleleri akla getirir. Ben, kanunlara niye itaat edecek misim? Adalet nedir? Devlet nedir ve diğer kuruluşlardan hangi hususlarda ayrılır? Siyasî topluluklar tabiî midir yoksa mukaveleler neticesi mi kurulur? Egemenliğin temeli nedir? Bir hükümet ne dereceye kadar temsili olabilir? Rıza [muvafakat] ile ne anlatılır? Kitapta, siyasî filozoflar bu tür sorular üzerine duruyorlar ve hür bir medeniyetin bir işareti de şudur ki, alelade erkek ve kadınlar da bu tür meseleler üzerinde düşünmeli ve konuşmalıdırlar.