Kitap Tanıtımı |
"Gün doğmadan yola düşenlerin kavruk tenlerine vuran ilk ışıklarla beraber gelen umut, vazgeçilmez
bir konukluk olur önlerinde bekleyen yaşam mücadelesine. Sıcak toprak avuçlarında, heyecan dolu
atılan adımların gölgesinde su ararken görürsün."
Ne aradığını bilemeyenler için, başka bir kentin zorlu kaldırımlarını arşınlamak davetsiz misafirlik
gibidir. Güneyin ılımanlığını taşıyan bulutların akıllara bıraktığı yağmur damlaları ise geleceklerine
dair ihtimalleri sıralar. Yokuş yukarı dizilen ve yıkılmaya yüz tutmuş evlerin duvarlarından süzülen
dumanın koyuluğu gibi olur, maziye dair akılda kalanlar. Yeni mevsim, başka bilinmedik bir yerde
kurumuş dalların arasında resmini çizer, omuzuna binen yükü her adımında ağırlaşan insanların
bahtına. Eski bir duvarda asılı duran ve yazılanların okunamadığı takvim çerçevesine komşu olur,
ölümü bekleyen günler.
Oyun bittiğinde, izleyen meraklı gözler kostümlerin içindekileri bırakıp uzaklarda alacaktı soluğu.
Mevsimlerin diğerlerine olan küskünlüğü duyulmazdı bu vedalarda. Son treni bekler gibi kıvranan bir
delikanlının karşıdan ürkerek gelen demir yığınının ıslığını duyana dek düşündükleri kaleme
alınmıştı. Oysa ete kemiğe bürünen sadece sevgiydi, masumiyetleri üzerine ekilecek bir kar çiçeği
isteniyordu yaşamlarında. Kapılarına gelen, sözlerine şahitlik edilen ve hatta dokunulan her ne varsa
ahşap bir pencere gerisindeydi.
İlkin yaprakların hışırtısında suya tutulan aynalarda aramakla geçirdiler dünlerini. Sonra gecesi uzun
kentin duvarlarında, bekleyenlerini sarmaya hazır ve her kötülüğün üstünü örtmeye hevesli
sarmaşıkların arsızlığına direnemediler. Dahası gelinlik kızların ellerinde tuttukları aynalarla güneşi
yansıtmasından kimse göremedi bunları. Kamaşan gözlerin gördükleri ise birbirinden farklı şeyleri |