Kitap Tanıtımı |
Mucizedir bazen aşk...
Aşkın zamanı, yeri yoktur; birden gelir. Nereden, nasıl geleceği önceden bilinmez. "Neden o?" sorusuna boşuna yanıt aranır. Yoktur nedeni, niçini. Aşk varken bu soruların hiçbiri akla gelmez zaten. Aşk sadece yaşanır. Sevgiliye aşkla bağlanırken özgürleşmek ve "o"nunla bütünleşirken "ben" olabilmek; ancak aşkın doğasındaki gizemle açıklanabilir.
Sağ salim yatağımızdan kalktığımız her yeni gün, yeni bir şans değil midir? Yolda direksiyon sallarken bir an dalar gideriz, bir iki saniye uyuklarız, gözlerimiz kapanır. O an arabamız şerit değiştirir, bir kamyonla kafa kafaya gelmek üzereyken kendimize gelir ve hemen direksiyonu kırar, şeridimize döneriz. Sonra derinden bir oh çeker, yolumuza devam ederiz, hiçbir şey olmamışçasına. Ölümün ya da büyük bir kazanın kıyısından döneriz de bir daha üzerinde bile durmayız. Böyle kaç şans yaşarız hayatımız boyunca? Senin yaşadıklarını benim yaşamayacağımı nereden bilebiliriz? Hayatta kaldığın sürece şansın var demektir kardeşim. Her yeni gün, yeni bir şanstır...
Havada süzülen kırlangıçlar geldi aklına. Onlara baktığında sadece hafifliği düşünürdü. Uçabilen tüm kuşların hafifliğine imrenirdi; keşke onlar gibi hafif olsam, bıraksam kendimi boşluğa, derdi. Şimdi derin sessizlikte uçuyordu, dileği yerine gelmişti. Dünya umurunda değildi. Artık o da hafifti. İmkânsız denilen isteğine kavuşmuştu, anın sonsuz tadını çıkarıyordu. İçsel derinliklerine inebilenler anın sonsuzluğunu yaşarlar. Hayat anlamını anın sonsuzluğunda bulur: mutluluk... Yukarıdan gelen güneş ışınlarının huzmesi derinlere doğru akıp gidiyordu. Işın demeti, sonsuz mavilik, rengârenk balıklar, derin sessizlik, özgürlük. Müthiş! Unutmak ya da unutmaya çalışmak ne kadar da anlamsız...
Yetmişliler ilk gençliklerini, seksenliler çocukluklarını 12 Eylül sürecinde yaşadılar. 12 Eylül çocuklara ve gençlere korkuyu öğretti; bizlerin de zihinlerine çocuklarımız için kaygılanmamız gerektiği işlendi. Ama doksanlılar onların istediği gibi yetişmedi, korkuyu bilmiyorlar, özgürlüklerine düşkünler. Anlayacağın kapitalist ilişkiler yerleştikçe sistem kendi zıddını da yaratıyor. İki binli yılların kuşağı ise hepsinden farklı; iletişim çağı öyle bir hal aldı ki sistemin yeni kuşaklara hükmetmesi bundan böyle mümkün değil.
21. yüzyılın kuşağını tutsak alamazlar, eğip bükemezler, istedikleri şekle sokamazlar. Artık bu topraklarda biat kültürü öldü. Baskı ve şiddetle boyun eğdirmeye çalışırlarsa işte o zaman felaket olur. Çünkü yeni nesil boyun eğmeyi bilmiyor. |