Arzu Evi
ISBN 9789750809125
Yayınevi Yapı Kredi Yayınları
Yazarlar Cem Uzungüneş (author)
Kitap Tanıtımı Arzu Evi, Cem Uzungüneşin ikinci şiir kitabı. İlk kitabı Soluğan (1998) ile Kültür Bakanlığı 75. Yıl Başarı Ödülünü alan şair, Hacettepe Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümünü bitirdi. Şiirleri 1988 yılından bu yana çeşitli edebiyat ve şiir dergilerinde yayımlanıyor. Tadımlık ZAMANI KAVRAMA ÂNINDA KAMAŞMA Nesrin Ender için Gelin ağlaşalım az sonra öleceğiz. Az sonra tenimize yapışmış zamandan boşalacağız; derimizi değiştiren vitiligo zamandan boşalacağız. Hassas olduk. Sarışınlar, kızıllar, güneşte albinolar! Sedef olduk, hazırlandık; arzudan ibaret bir cenneti cehennemi karşılamağa. Ey şiir! Ey yeşil iksir! Ey âb-ı hayat! İçelim: bir ânı demlendirmeğe vaktimiz yok!. İşte aksın, boşalsın vakit; başka vakit yok! İşte, bakışalım, az sonra öleceğiz. Az sonra boşalacağız bu sinemadan, karanlık basacak gözlerimizi. Boşalacak tılsımından, sinema çıkışında kamaşan çarşı..., akşamlar, yeşil bardaklar, sözler, bakışlarımız... ÇIPLAK, UYUR UYANIK Kuma serili deniz havlusu kadar hafif uzanıp nabzını armağan bırakıyor kumun dişi-ılık şeyine, bilmiyorum. Bu ölü taklidi, bedenini ağırlaştırdıkça ruhunu hafifletiyor. Yalnızlığın güneşle gevşediği an. Yerin çekimini duyuyor, yoo daha fazla bir dinginliği göze alamıyor. Gözkapakları tam kapansa sarı ölüm göğü engin, mutlak bir kırmızılığa boğulacak; dişini sıkıp kovmuyor onu. Neyi? Sezgiler bedeni diri tutar. Yalnızlığın bedene katlanabildiği an. Issız koyda yalnızlığa değil güneşe teslim olmak. Bir tanrıya. Denizin hayâlî sesine, kendi yüzündeki çok bilmiş tebessüme, Panın teneffüsüne, pagan bir varoluş telâkkisine... (Yalnızlığın güneşle teni okşadığı an.) bu teslimiyetin kendisine ... bilmiyorum; varlık yokluk arasında bir ateşkes arzusuna... İşte onun (güneşin mi?) vazgeçmeyen ama artmayan okşamasına. Bu mistik oynaşmaya, evet. Daha çıplak olamaz artık. Bu doygunluk ânında yaşamak şehveti, ama yaşamak yükü de kuş gibi hafif, tüy gibi değil2 Uzakta buğulu, kırmızı ovalarda yeşil şalvarı uçuşan bir kadınla aynı düşe akmak istiyor uykusu; ölümün çekimini duyuyor, hayır! bedenindeki dalgalanma tamamen çekilsin istiyor uykusu... (Yalnızlığın teni kamaştırdığı an.) Denizin hayâlî sesi diniyor. CASUS Kuşkunun baykuşu yüzünde donmuş, evet kanat çırpmıyor ama bu bir pandomim; belleğini kandıramaz... kımıldayamaz. Yüzündeki kuş herşeyi biliyor, (ah, o yitik bilgisizlik cenneti); oyun değil bu, değil, kendi gibi sır küpü adamların kenti bu. Sarı, ıslıklar gibi geçen taksilerin camlı döner kapıların içinden bize şaşkınlıkla bakan bir çocuk yüreğimizdeki casus. Kuş her şeyi biliyor. Dama açmazlarından kurulu kent akut bir dikkat gerilimi yüksek, dakik anların, (olasılıklar ağına yakalanmış) kendi gibi sır küpü adamların! Başka baykuş bakışlardaki şifreleri, jestlerdeki şüpheli mesajları unutup, yabancılara kanı kaynamasın annesi. Kendinin köstebeği o. Kalbinin. Kendisini çocukluğuna da mı gammazlayamaz ?... İşte, işte bir salaş meyhanenin, mürşit ruhunu dinleyip, neredeyse mutlak teslimiyetin dizine yatıp ağlasa, hafif bir kadının (adamın) beyaz bacaklarına ateş yüzünü gömüp ... Ah, o yüzün astarı yok. Yüzündeki kuş her şeyi biliyor; bir hayâl annenin kahkahayla göğe hoplatılması! bir hayâl annenin kahkahayla göğe hoplatılması! Bu sahnenin zamanı tersyüz edilemiyor; unuttuklarımızı denetleyemiyor yüreğimizdeki casus: (...) Hay Allah, diyor çocuk, gördüler bizi saklanın! Tam burada buluşuruz; otuz yıl sonraki belleklerinde!(...) ah, bütün yaşları orada buluşursa; o kuşkulu, baykuşlu yüzde kaç kişi olacak(lar)? Kübik bir resim gibi çok ifadeli bir yüz mü olacaklar? Bastırılmış çocukluğu ondan bağımsız, ona, yani kendi yetişkinliğine öykünerek hıh, oyunun farkında olduğunu gizlemeği oynuyor. E casus kanı soğuk olmalı annesi! Annesi... Anne! BATIK ŞEHİR SESSİZLİĞİ Batık bir şehrin içindeyiz; şimdiki zaman içindeyiz. Bize iç dünyamızın sessiz akvaryumlarını gösteriyorlar. Daha geniş bir zamanın çok boyutlu aynalarını ... Depresyonun huzûra benzemesi! İyon sütunları arasından geçiyoruz. Şehrin sessiz anıları arasından. Bunu daha önce yaşamışız gibi, huzurlu hayâletler gibi. Balina sessizliği (demek, büyük bir sessizlik) yüzüyor sokaklarda ve yağmur planktonlarıyla besleniyor. Bir çingene bebeği sert ağlıyor; bebek uykusu parkelerin hızıyla k a ç ı y o r gibi bir sessizlik; ağladıkça katılaşacak, İbrahim olacak Kara gözleri karanlık olacak. Bir esmer jigolo olacak o! yüzü balık, ruhu insan, eti pul pul, kokana denizkızları için bir İbrahim! Yeşil bankta İbrahimi düşünen yakışıklı rock gitaristi delikanlının bileğinde titreyen sarı tüyler gibi bir sessizlik. Göğsümdeki kanguruda sarı kirpiklim uyuyor, Cumhuriyet Anıtı kımıldamıyor. Meydanda kaykay cambazları.... Şehir bir sessizlik harabesi; bir taş, bir fetiş... Kronopolis! Bu şehirde zamana tapıyoruz. Batmışız. Sessizlik, bir akvaryum perisi ..... Her şeyi var eden ve yok eden zaman bir tanrı mıdır? Bir tanrının içindeyiz. Şahdamarımız kadar yakın, şimdiki zaman içindeyiz. Beyaz eşya dükkânına çarpıyor ölü şehrin hiyeroglif imâları; camlar sessiz. Aksi gibi ses-geçirmez vitrinlerde eşcinsel bir şarkıcı oryantal cilveleriyle sessiz. Kanguruda sarı kirpiklim uyuyor; o büyüdükçe biraz daha mı batacağız şehrin derinliklerine? Cumhuriyet anıtı kımıldamıyor; meydanda kaykay cambazları.... Denizkızları camdan dışarı bakıp (demek cam gibi ince alegorik bir sessizlik) akıp giden sokaktan hiç bir şey anlamadan yağmur sıkıntısıyla iskambil fallarına yanık tenli jigolo bir maça valesi bahtlarına, yalnızlıklarına bir Bezik Oynayan Kadınlar3 ağıtına yeniden başlıyorlar gibi bir sessizlik. İbrahim sert ağlıyor. Katılmış. Yeşil banktaki rock gitaristiyle bakışıyoruz: Bir düşte değiliz, hayır. Şimdiki zaman içindeyiz. Her şey başka bir şeyi imâ ediyor, o kadar. Göğsümde uyuyan sarı kirpiklimin kalp atışlarını duyuyorum; demek büyük bir sessizlik, bir balina! yüzüyor sokaklarda ve yağmur planktonlarıyla besleniyor.