Kitap Tanıtımı |
Amerika bugün tartışmasız dünyanın en güçlü devletidir. ABD'yi küresel düzeyde etkili kılan temel faktör ise yanlızca sahip olduğu devasa askeri ve siyasi gücü değildir. Avrupa'dan Afrika'ya yerkürenin farklı bölgelerinde yaşayan insanlar için Amerika'yı esas çekici kılan şey, bu ülke halkının sahip olduğu özgürlük, güvenlik ve refaha kavuşma arzusudur. Amerikan devrimine önderlik eden ve 1787'de bugünkü Anayasayı yapan Amerikan kurucu babaları olan Madison ve Jefferson gibi liderlertam da bunu amaçlamışlardır. Onlar için Amerika, yeryüzündeki tüm insanlık için özgürlüğün son sığınağı olarak kalmalıydı. Tam da bu nedenle Amerikan Anayasası Kuvvetler Ayrılığı prensibi üzerine kurulmuş; yasama yürütme ve yargı güçleri arasında bir fren ve denge mekanizması oluşturularak bireysel özgürlükler garanti altına alınmaya çalışılmıştır. Ancak Soğuk Savaş döneminde zamanla bir ulusal güvenlik devletine dönüşen ABD'de, dış politikadaki belirleyici gücü ve etkisi giderek artan Başkanın (yürütme gücü) sistem içindeki rolü de artmıştır. 11 Eylül sonrasında ise terörle mücadele adına dışa karşı adeta bir imparatorluk siyaseti izleyen ABD, içeride ise denetlenemeyen emperyal bir başkanlık kurumunun yükselişine şahit olmuştur. Bush yönetimi daha öncceki başkanların ancak istisnai durumunda kullandıkları yetkileri 11 Eylül sonrasında Anayasal çerçevenin dışına çıkarak rutinleştirmiştir. Bu nedenle Bush'un Başkanlığında Amerika'da Kuvvetler Ayrılığı sistemi ağır bir yara almış devlet organları arasındaki kritik denge tekrar kurulması zor bie şekilde bozulmuştur. |