Kitap Tanıtımı |
Bir ülkenin hayat standardı, teknik işgücü ile çalışan nüfusun oranına bağlıdır. İstenilen seviyeye ulaşılması, ancak insan kaynağının geliştirilmesiyle mümkündür.
Birey, toplumda bir meslek sahibi olmak, statü kazanmak ister. Bunu da, ancak onun eğitim düzeyi belirler. O halde, ferdin belli bir seviyede eğitim görmesi esastır. Çünkü onun eğitiminden sadece kendisi değil, aynı zamanda çevresi ve içinde bulunduğu toplum da yarar görür.
Eğitimin temel amacı, her türlü eğitim programı uygulanarak bireye genel, mesleki bilgi ve beceriler kazandırmak suretiyle onu bütünüyle eğitmektir.
Bu genel çerçeve içerisinde genel ve mesleki eğitimin bir bütünlük içinde ele alınması gerekmektedir. Çünkü genel eğitimle mesleki eğitimin ortak amacını, ferdi geleceğe hazırlamada öğrenme ortamının sağlanması, bilgi, becerilerin geliştirilmesi ve istenilen toplumsal hedefler oluşturmaktadır.
Diğer yandan bir ülkenin gelişmesini etkileyen temel faktörlerin başında, toprak ve doğal kaynaklar ile insan gücü gelmektedir. Doğal kaynaklardan en iyi şekilde faydalanılması da, insan gücünün bu konuda yetiştirilmesine bağlıdır. Bu da, örgütlenmiş eğitim kurumlarıyla sağlanmaktadır.
Bireyin eğitimi, özellikle mesleki eğitimi söz konusu olduğuna göre, kendisine bu alanda gerekli bilgi ve beceriler, ilgili öğretim kurumları tarafından kazandırılmaktadır. Nitekim ülkemizde meslek eğitimi, bir sistem içinde, XIII. yüzyılda yaygın eğitim kurumu olarak Ahilikle başlamış ve örgün meslek-sanat okullarının açıldığı 1860 lı yıllara kadar sürdürülmüştür.
Sanatkârın, tüccarların, XIII. yüzyılda etrafında toplandıkları ahi teşkilatında, esaslı bir disiplin ve çalışma düzeni hâkimdi. Karşılıklı sevgi, saygı ve dürüstlük prensipleri üzerine kurulu olan ahi birliği, XIII. yüzyıldan XVIII. yüzyıla kadar meslek ehlinin yetişmesini sağlayan sosyal, ekonomik ve kültürel fonksiyonu yanında siyasal güce de sahipti. Nitekim 1650 yılında İstanbul da Sadrazam ve Yeniçeri ağası gibi devlet adamlarının azledilmesi ve hatta bazılarının katledilmesine sebep olan ayaklanmalar, hükümetin bir kısım malları esnafa zorla satmaya çalışması ve üstelik ayarı düşük bozuk parayı piyasaya sürmesinden kaynaklanmaktadır. Sonuçta hükümet, esnafın isteklerini kabul etmek zorunda kalmıştır. İşte esnafın ve sanatkârın hakkını aramak maksadıyla başkaldırısı ve neticede hakların elde edilmesi, ahiliğin siyasal gücünü ortaya koymaktadır.
XVIII. yüzyıla kadar ahilik ve lonca teşkilatlarında sanat öğretimi, ustadan çırağa geçme usulü ile gerçekleştirilmeğe çalışılıyordu. Ancak, bu dönemde batının teknik alandaki hızlı gelişmelerine karşılık yaygın meslek eğitim kurumlarıyla ülkemizin ihtiyaç duyduğu nitelikli insan gücünün yetiştirilmesinin imkânsız hale geldiği anlaşıldı. Neticede, batı dünyasının hızla gelişen tekniği karşısında kayıtsız kalınamayacağının bilincine varan ve meslek-sanat öğretim konusundaki tavsiyelere de uyan hükümet, batı teknolojisinden faydalanmak üzere, ilk önce askeri teknik okulların kurulması işine giriştir. Böylece, 1773 de ilk olarak Berri-i Hümayun ile 1795 de de Bahri-Hümayun adlı askeri amaçlı iki teknik okulu öğretime açtı.
Ancak, daha sonraki yıllarda mesleki ve teknik eğitimin sadece askeri okullarla sınırlı kalınamayacağı ve sivil amaçlı sanat okullarının da açılıp yaygınlaştırılması gerçeğini gören devlet adamları, zaman zaman Padişaha sundukları layihalarda, genel eğitimle mesleki eğitimin bir bütünlük içinde verilmesi fikrini ileri sürüyorlardı. Nitekim Sadık Rıfat Paşa, devrin Padişahı na sunduğu, "İdare-i Hükümetin Kavaid-i Esasiyesi", adlı kitabında, ülkenin kalkınması için meslek-sanat okullarının açılmasını gerekli görüyordu.
Sanat okullarının açılması konusuna temas eden başka devlet adamları da yok değildi. Mesela, 1862 de kurulan Islah-ı Sanayi Komisyonu üyelerinden olan Ethem ile Derviş Paşalar, ülkenin bayındır hale gelmesinde sanayinin ve sanat okullarının önemine işaret ederek devrin Padişahı na bu husustaki fikirlerini içeren bir rapor verdiler.
Daha sonraki yıllarda, Sanayi Komisyonun çalışmaları ve Mithat Paşa nın gayretleriyle 1868 de İstanbul da sanayi mektebinin öğretime açılması, sanat okullarının kurulması fikrini ileri süren devlet adamlarının bu konudaki çabalarının başarıya ulaştığının bir göstergesidir.
Böylece bu dönemde olumlu sonuçlar alınmaya başlayınca, sivil amaçlı sanat okullarının açılması ve yaygınlaştırılması konusundaki çalışmalar hızlandırılmıştır. Nitekim, bugünkü sanat-meslek okullarının temeli sayılan ıslahanelerin kurulmasıyla ilk örgün meslek eğitimini başlatan kişinin de, değerli devlet adamı Mithat Paşa olduğunu belirtmek gerekir.
1860 lı yıllardan sonra zaman zaman ülke ihtiyaçlarına göre erkek ve kız sanat okulları ile ticaret öğretimi veren kuramlar açılmaya başladı. Ayrıca, bu alanda kurulan okullara öğretmen yetiştirmek maksadıyla Avrupa ya öğrenci gönderildi.
Ancak, Tanzimat döneminde bin bir güçlükle açılan sanat okullarının nitelik bakımından yeterli olmadığı görülerek bunların ıslahı yoluna gidildi. Nitekim Said Paşa ile Müze Müdürü Hamdi Bey, sanat okullarında istenilen faydanın sağlanamadığı ve vakit geçirmeden ıslahı yoluna gidilmesi hususunda Padişaha sundukları raporda görüşlerini bildirdiler. Bunun üzerine devrin Padişahı da raporda öngörülen tavsiyelere uyarak "Heyet-i Teşvikiye-i Sanayi" teşkil etti. Bu heyet, imparatorluk sınırları içinde kalan sanayii geliştirmek için bir takım tedbirleri almak, sanayi mekteplerini geliştirmek ve Sanayi-i Nefise Mektebini ıslah etmekle görevli kılındı.
Ancak, daha sonraki yıllarda bir yandan birbirini izleyen savaşlar diğer yandan yeterli mali kaynağın sağlanamaması ve halkın ilgisizliği, sanata hor bakılması ve teknik öğretimindeki teşkilatsızlık gibi sebeplerden dolayı mesleki ve teknik alandaki bu tür çalışmalardan olumlu sonuçlar alınamadı ve böylece beş-on sanat mektebi ile Cumhuriyet Dönemine girildi.
Cumhuriyet yönetimi, cılız bir eğitim sistemi devralmıştır. Özellikle mesleki ve teknik öğretim, birbirinden farklı program uygulayan, ders araç-gereçler bakımından oldukça yoksun bulunan birkaç sanat okulu ile yapılmaya çalışılıyordu. Oysa I. Dünya Savaşı ile Kurtuluş Savaşında teknik elemana şiddetle ihtiyaç duyulduğu gözlenmiştir. İşte bu eksikliği gören Atatürk, gerek yeni kurulan hükümet içinde gerekse meclis birleşimleri ile değişik toplantılarda mesleki eğitimin geliştirilmesi, batı ölçülerinde bir çalışmayla uygulamaya gidilmesi konusuna dikkat çekmiştir. Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, bir taraftan ardısıra girilen savaşlardaki yıkımların onarımı, diğer taraftan yitirilen insangücü yerine yeni elemanların yetiştirilmesi konusunda diğer alanlarda olduğu gibi, mesleki ve teknik öğretimde de köklü çalışmalara girişti.
Ülkenin kalkınmasında özellikle teknik elemana şiddetle ihtiyaç vardı. Bunun için de, o güne kadar düşünülüp de gerçekleştirilemeyen mesleki ve teknik öğretimin teşkilatlandırılması yolundaki çalışmalarda başarı sağlandı.
Batının eğitim uzmanları (J. Dewey, Kühn, Jung, Buyse vs.) birer birer ülkemize davet edilerek, onların verdikleri raporlardaki tavsiyelere uyularak ve ayrıca Baltacıoğlu gibi eğitimcilerimizin de görüşlerinden faydalanarak eğitimde, özellikle mesleki ve teknik eğitimde teşkilatlanma yoluna gidildi. Nihayet 1927 de "Mesleki ve Teknik Öğretim Müdürlüğü" kurularak o zamana kadar bir türlü sağlanamayan böyle bir teşkilat gerçekleştirilmiş oluyordu.
Sağlam bir yönetime kavuşturulan mesleki ve teknik öğretimi bir yandan yurdun dört bucağında k |