Kitap Tanıtımı |
Genel olarak sosyal bilimlerin, özel olarak da sosyolojinin sonuçları itibariyle sosyal olan su baskınları, yangın ve deprem gibi doğa olaylarıyla ilgili riskleri azaltma ve toplumu hazırlıklı hale getirme konularında oldukça önemli bir potansiyele sahip olduğu söylenebilir. Bu kuramsal ve metodolojik birikimlere rağmen, gelişmekte olan ülkelerde yaşanan afetlerin ayırt edici özelliği can kayıplarının çok yüksek olmasıdır. Aslında doğa olaylarının afete dönüşmesini engellemek için tüm plan ve programlarımızda sosyal, ekonomik, kültürel kadar politik ve hukuksal yönleriyle insan ve doğa dengesini gözeten holistik bir bakışa sahip olmamız gerekir. Bu yaklaşım, ikilikleri ve özcülüğü reddederek, zaman ve mekan faktörlerini gündelik yaşamda süreç olarak ele almak da aslında afet çalışmalarını ilişkisel sosyolojik olarak yapmak demektir.Farklılıklar, karmaşıklıklar ve belirsizlikler üzerinde odaklanmak, başta deprem olmak üzere tüm doğa olaylarına karşı her zaman hazırlıklı olmak, sivil toplumu geliştirmek önemlidir. Özellikle üzerinde yaşadığımız toprak-kaya zeminin doğal işleyiş mekanizmalarını, dolayısıyla da hareketlerini özenle takip etmemiz gerekir. Mutlaka yapılaşma ve yerleşme planlarını, kısa erimli güncel siyaset ve ekonomik rant politikalarına kurban etmeden geliştirmek ve geleceğimize daha eşit yurttaşlar olarak hep birlikte karar vermek istek ve arzusunda olmalıyız.Neo-liberal politikaların fırsatçılık temelindeki tüm eylemlerine dur deme zamanının geldiğini görmek, sadece tevekkül ile yetinmemek, yerel ve evrensel farklarının giderek ortadan kalktığı çoklu dünyaya (puliversal) karşı sorumluluğumuzdur. Tüm bu görüşler ışığında, edebiyattan hukuk ve tıbba kadar çok değişik uzmanlık alanlarına sahip yazarların eleştirel değerlendirmelerini okuyucuyla buluşturma çabamızın kısa zamanda büyük karşılık bulması, geleceğe daha umutla bakmamızı sağlamıştır. (Tanıtım Bülteninden) ) |